18 Ekim 2010 Pazartesi

Buluşmalar

Doğru...
Bu aralar yazmıyorum pek...


Ne yapayım, yok işte yazasım...


Bazen kelimeler dökülemiyorlar satırlara... Dilimin ucundalar hep ama çıkmıyorlar oradan bir türlü. Bir çekingenlik, bir ürkeklik, bir tedirginlik...


Ara ara oluyor böyle. Biliyorum ki geçecek...


Bu dökülmemezliğe inat, yazılası güzellikler oluyor hayatım(ız)da...
Mesela dün çok güzel, çok özel misafirler ağırladım. Yeni evimizin ilk misafirleriydi. Hem benim, hem oğlumun, hem de çok ilginç bir tesadüfle eşimin ilk misafirleri...


Deniz'i ve Yaz’ı çoğunuz tanıyorsunuz. İş arkadaşım, dostum, can yoldaşım, güzel Yaz’ımın güzel annesi. İlk önce o geldi. O da benim gibi ev sahibi olduğundan (laf olsun diye demiyorum, gerçekten öyle hissediyoru(m)z) bir sürü şeyi de yüklenip gelmişti üstelik. Hiçbir şey yapmasam da olurmuş (zaten çok birşey yapmamıştım ya), donattı masamızı resmen. Yaz’a zaten söyleyecek laf yok. O kadar sıcak, o kadar bıcır bıcır, o kadar sevimli ve güler yüzlü ki, oğlumun ona olan tarifi zor duygularını çok normal karşılıyorum :)

  
Zeynep’i ilk görüşüm değildi ama ilk defa uzun soluklu bir araya gelişimizdi. Yaz’ın yaşgününde tanışmıştım ve çok sıcak bulmuştum kendisini. Severim ben güldüğünde gözleri de gülenleri... Sonra facebooktan da bulduk birbirimizi. Derken o da bir blog açtı. Kırmızı Woswos. Oğlu Nadir Serhan’ı anlatıyor o da bloğunda, arada kendisini ve sevdiceğini de (tavsiye olunur, siz de seveceksiniz). Nadir Serhan’ın yürüyüşüne biz ailece bayıldık. O kadar sevimli bir yürüyüşü var ki, bakmaya doyamadık, anlata anlata bitiremedik.



Bahar’ı da biliyorsunuz. Gelin Kız Yağmur’un sıcacık, içten, güzel gözlü annesi Siz belki bilmiyorsunuzdur Bahar’ın gözlerinin güzelliğini, ben gördüm :). Gelin Kız diyorum Yağmur’a çünkü, bir gelin gibi narin, nazlı, çekingen. Bir de benim gelinlik çantamı hiç düşürmedi elinden, ondan :) Öyle güzel yanakları var ki, sürekli sevesin geliyor ama yanına yanaşmak için çaba göstermek gerekiyor, öyle kolay kolay yanaştırmıyor kimseyi. Neyseki gün bitimine yakın iletişimimiz bayağı yol katetti ve benimle konuşmaya başladı. Hatta Pamuk Prenses ve 7 cücelerin hikayesini bile anlattı bana :)



Salonun küçük bölümünü çocuklar için aktivite alanı gibi hazırladık. Şu oyun hamuru denen şey ne menem birşeydir çözemedim gitti. Çocuklar büyülenmiş gibi sürekli onunla oynamak istiyorlar. Neyseki bolca almıştım tahmin edip. Arada ufak tefek kavgalar olduysa da bir şekilde atlatmayı başardık. Sanırım keyifli vakit geçirdiler. Uyku vakti yaklaştıkça Tibet’in çocukların elinden herşeyi almak istemesi had safhaya vardı gerçi ama misafirlerimiz gerçekten olgunlukla karşıladılar bu durumu sağolsunlar.


Bu buluşmada iki ilginç tesadüf vardı. Birincisi zaten bu grubun buluşmasına vesile olan tesadüftü. Zeynep ve Deniz çocuklarının aynı yuvaya gitmesi vesilesiyle tanışmışlardı. Yaz’ın yaşgününde dediğim gibi ben de Zeynep’i tanımıştım. Bahar Deniz’in de benim de blogtan ilgiyle takip ettiklerimizden ve çok ilginç bir tesadüf eseri Bahar ve Zeynep eşlerinin aynı işyerinde çalışmış olmalarından mütevellit çok sık biraraya gelen, çok iyi iki arkadaş çıktılar. Diğeri ise hepimiz için bir sürpriz oldu. Benim eşim ve Zeynep’in eşinin tanıdık çıkması. Birbirlerini gördükleri an çok komikti. İkisi de “Senin ne işin var burada” diye sordu aynı anda birbirine :) Sonra sohbet muhabbet...


Çok keyifli ve çok güzel bir gündü. Hem çocuklarımız, hem biz, hem de eşlerimiz açısından... Ben bu buluşmaları gelenekselleştirmek taraftarıyım kızlar, haberiniz ola :))))


Aslında daha yazılası bir sürü şey var ama artık o da başka yazıya... Tabi kelimeler birbirini bulur da dökülürse...

11 Ekim 2010 Pazartesi

İstatistik de varmış...

Meğer bu blogger denen şeyin istatistiği de varmış da benim hiçççç haberim yokmuş!

Burcu yeni bir sobe başlatmış. İstatistikten en çok okunan 5 postunuzu tespit ediyorsunuz, linklerini ve kısaca ne hakkında yazdığınızı belirtip, hem kendinize hem takip edenlerinize tekrar hatırlatmış oluyorsunuz.

Sağol Burcucum, sayende bloggerin bu özelliğini de öğrenmiş oldum :)

Gelelim ilk 5'ime:

1•HOŞGELDİN MELEK Canım bebeğim 3 yaşına basmış, mutluluğumu da herkes benimle paylaşmış :)

2•VEDA Diyecek pek bir şey yok işte... Kuzenim... benden sadece bir yaş büyüktü... hala inanamıyorum... Destek olan herkese tekrar tekrar teşekkürler.

3•YENİ EV... YENİ ENERJİ... Şimdiki eve taşınmamızın verdiği güzel enerjiyi yansıtmışım sanırım bu yazıda. Umarım hep böyle gider :)

4•7 SAYISININ GİZEMİ Doğrusu bu yazımın bu kadar rağbet görmüş olmasına şaşırdım. Meğer benim kadar herkes gizem peşindeymiş :))))

5•AYNA AYNA! SÖYLE BANA!!! Yazımdan da belli sanırım. Çok kırgınım, çok... ve hala öyleyim... Kendim bir tarafa, değer verdiklerime yapılan yanlışlıklar daha çok acıtıyor içimi...

Şimdi SOBEmi paslıyorummmmm:
Deniz, Beste, Özge, Selda, Pinky ve dönüşünün şerefine Bellek Kutusu.

Hadi kolay gelsin :))))

Burcu sayfasında ayrıntılı anlatmış ama ben de kısaca geçeyim istatistiklere nasıl ulaşılacağını (benim gibi bilmeyenleriniz vardır belkim). 

Tasarım bölümünden İSTATİSTİKLER seçeneğini tıklıyorsunuz. Ön izleme kısmında TÜMÜ diye bir seçenek var, ona da tıkladınız mı ilk 5 karşınızda... Aslında bu kadar basitmiş mevzuu ama göz görmeyince BLOGGER ne yapsın yani benim gibiler için!!!

6 Ekim 2010 Çarşamba

Biriken diyaloglar

Bir süredir vefat, hastalık, taşınma derken Tibet'le ilgili pek çok şeyi not alamadım. Arada alabildiklerim ve aklımda kalanlarla son diyaloglarımız:

• Anne, çok geç olmuş, hadi gidelim! güya kolundaki saate bakıyor bunu söylerken


Yapılan bir yaramazlık arkası konuşması:

- Sen çocuksun!
- AAA, üstüme iyilik sağlık asıl çocuk olan sensin! Ben anneyim! anneye de bakınız!
Çocuklar annelerinin sözünü dinlerler ama sen hiç dinlemiyorsun beni!
- Boşveeerrrr, hadi git işine!
- !!!!!!!!!!!!!

Hemen hemen her sabah sütünü içerken bana “Bugün işe gitme, tamam mı?” der. Ben de duruma göre ya sesimi çıkarmam ya da “Tamam, gitmem” deyip içini rahatlatırım. İşe gideceğim bir sabah yine aynı soruyu sordu ve ben doğal olarak sessiz kaldım. Öğlen saatlerinde aradı beni:

- Sen neden dinlemiyorsun beni?! Ben sana işe gitme demedim mi?!!!!!
- !!!!!!!!!!!

Bazen yaptığı bir yaramazlık sonrası bize ceza veriyor:

- Bu akşam giigi silm (çizgi film) yok sana. Parkta yok. Git odana, otur orda!!!
Buradan Tibet'in cezalarını görmeniz mümkün! :)

Akşam çalışmam gerekiyor, evi arayıp haber veriyorum. Karşılığında oğlumdan aldığım cevaplar:

- Bu saat oldu hala gelmedin! Nerede kaldın bakiyim?!

- Bak hava karardı, hala neredesin sen?

- Sabah olunca işe gidiyorsun, kararınca niye gelmiyorsun?
 
Valla bunlara ne cevap verilir bilmiyorum????


Anne ve baba kaybolmuş, doktor randevusuna yetişebilmek için önlerine gelene Kozyatağı’na nasıl gidileceğini sormaktadır. En nihayet bücürden şu yorum gelir:

- Anne ben gelmiicem Kosyataana! Zaten ben yatmam orda!!!

Akşam anne ve baba eve gelmiş yemek yiyecekler. Bücür önceden yemiş. Baba alışkanlığı üzere yemeğinin yanına kola koymuş. Bücür alacağı cevabı bildiği halde şansını denemiş:

- Anne ben de kola istiyom!
- Hayır canım. Kola içemezsin sen, biliyorsun.
- Ama anne içmek istiyommm ya bennnn!
- Olmaz, hem içebiliyor olsaydın bile sen yemek yemiyorsun, kola yemekle içilir. yalana bak!
- Tamam ben de yemek istiyom o zaman.
- Yaa, öyle mi? O zaman şu yemekten ye bakiim!??? önüne konulan yemek kabak yemeğidir ve nedense sevmez!
- Yok anne yaaa, vasgeçtim ben yemek yemekten, kola içmesem de olur!
iç ses: heheeeeeeee! zafeeerrrrr! gerçi bu benim başıma muhtemeldir ki patliicak ama olsundur şimdilik :)))


Babası bir şeyleri tamirle uğraşmakta, bizim bücür de sabırsızlanmakta:

- Hadi oğlummmm! çabuk olsana!

• Evi aradım, bayaa çaldı. Telefona annem çıktı. Bizimki “Telefonu ben açıcaammmm” diye koşturmaya başlayıp, sonra “Ammmannn, çalsın boşver!” deyip, geri dönmüş!

4 Ekim 2010 Pazartesi

Perşembe'nin Kabusu

Perşembe gecesi sanırım hayatımın en kötü gecesiydi. Tek kelimeyle öldüm öldüm dirildim...

Tibet birkaç gündür hastaydı. Yani grip belirtileri gösteriyordu. Burun tıkanmaları, ara ara öksürmeler... her zaman yapıldığı gibi önlem olarak grip, öksürük şuruplarıyla takviye yapılıyordu tarafımızdan.

Perşembe saat 17 civarı annem, Tibet’in bir garip olduğunu söyledi. Uykudan karnım ağrıyor diye ağlayarak ve öksürerek uyanmış. Zaten uykusunda bir tuhaf nefes almaya başlamış ve bu devam etmiş. Eve geldiğimde haliti ruhiyesi iyiydi ama nefes alışı gerçekten tuhaftı. Nefes almaya zorluyordu resmen kendini ve arada bir inliyordu. Kalp atışları deli gibiydi, öyleki elimi koyduğumda kalbi elime geliyordu diyebilirim. Doktorunu aradım, ateşi olup olmadığını sordu (38,5tu). Her fazla ateş derecesine 20 atış fazla eklememi söyledi ve bu durumda kalp atışlarını normal kabul edebileceğimizi söyledi. Falan falan...

Neticede ilk defa ateşlenmiyordu bu çocuk, hiç böyle kalbinin attığını görmemiştim. Nihayetinde dayanamadım ve acile gittik. Acildeki doktor nefes almakta güçlük çektiğini, yan solungaçları kullanmaya başladığını bunun da BRONŞİT olabileceğini, karnım ağrıyor dediğine göre akciğerlerinin alt kısmında iltihaplanma meydana gelmiş olabileceğini bunun da ZATÜRRE olabileceğini söyledi. “Pek tavsiye etmemekle birlikte film çekmemiz gerekebilir” dedi. Nedenini sorunca da “Ne de olsa ufak daha, radyasyona maruz kalması iyi olmayabilir ama derin nefes almayı reddettiği için başka şansımız kalmayabilir.” dedi... Hal böyle olunca, film çekmeye yanaşmadım açıkçası... yani sadece olasılıklardan söz ediyorduk, ortada kesin birşey yoktu. Rahatlaması için buhar vermek istediler ama bizim keçi onu da şiddetle reddedince (resmen hastane ayağa kalktı) onu da yapamadık. Biz de sabaha kadar idare etmeye, sabah kendi doktoruna gitmeye karar verdik.

Bu kararı vermek, ciddi anlamda sıkıntılı oldu... zatürre olması durumunda, çocuğu ilk gece tehlikeye atmış oluyormuşuz, öyle dedi doktor. Tekrar geleceğimizi neredeyse garantileyerek gönderdi bizi... Bir yandan yanlış mı yapıyorum vicdanı ve bir yandan çocuğumun durumunun verdiği kalp ağrısı...

Sabaha kadar gözümü kırpmadım. Başında, sürekli halini gözleyerek, nefes alış verişini dinleyerek, inledikçe öpük koklayıp okşayarak, arada o odadan o odaya gezdirerek sabahı sabah ettim, ettik...

Sabah 5.30 civarı nefesi hala tam olarak düzelmemiş olmasına rağmen keyfi yerinde, hiç bir şey olmamış gibi şen şakrak uyandı bizim adam. Üstelik espriler yaparak, gülücükler dağıtarak... Yavaş yavaş düzeldi hali. Öyleki doktoruna gittiğimizde hemen hemen hiçbir şeyi kalmamıştı. Doktoruna koşa koşa girdi, girer girmez “hani, oyuncaklar nerede?” diye sordu, doktoru ne dediyse yaptı, “dön, yat, nefes al, vb...” Sonuç olarak belirtilerin KRUP olabileceğinden bahsetti. Küçük bir krup atağı geçirmiş olabileceğini, endişelenecek birşey olmadığını, zaten şu anda gayet iyi olduğunu, bu yüzden herhangi bir ilaç yazmayacağını (sadece bir öksürük şurubu dışında) olaki tekrarlayacak olursa tedbirini alabileceğimizi söyleyip bizi gönderdi.

O gece ne dualar ettiğimi anlatamam... Allah’a çok şükür ki atlattık.


Bilenler korkulacak bir durum olmadığını söyleseler de, Tibet’in o hali gözümün önünden gitmiyor. Allah bir daha yaşatmasın...

Allah çocuklarımıza sağlıklı bir ömür nasip etsin. Sağlıktan öte birşey yok...

Merak edenler için KRUP: Bir cins larinks yani nefes borusunun iltihabı olan bu durum, çocuklarda özellikle 3 ay ile 5 yaş arasında sık görülür. Çoğunlukla virüslerin neden olduğu soğuk algınlığı ses kutusuna ve nefes borusuna doğru inerse, büyüklerde ses kısıklığı, gıcık ve öksürüğe yol açarken, küçük çocukların nefes borularının daha dar olması sebebiyle ödem ve daralmaya neden olabilir.

Krup sıklıkla sonbahar-kış mevsiminde salgın olarak görülebilir. Önce üst solunum yolu enfeksiyonu gibi başlayan belirtiler giderek yerini ses kısıklığı, havlar gibi öksürük ve ileri durumlarda solunum sıkıntısına bırakabilir. Ateş sıklıkla olur. Belirtiler geceleri ve ağlamakla artar. Bu durumda hemen doktor aranmalıdır. Bu arada çocuk sakın tutulmaya çalışılmalıdır. Hava ve oksijen açlığını önlemenin en iyi yolu sakin durarak oksijen tüketimini azaltmaktır. Havayı içine çekmesi için balkona ya da pencereye çıkarılmalı, 6-7 nefes aldıktan sonra banyoda sıcak su akıtarak buhar yapmalı ve 10 dakika burada durmalıdır. Nemli hava larinksteki ödemin azalmasını sağlar. Bu uygulamalarla rahatlamayan çocuk derhal acil servisi olan bir hastaneye götürülmelidir. Krup 5-6 gün, giderek azalan şiddette devam edebilir. Evde bulunduracağınız bir soğuk buhar makinesi diğer soğuk algınlıklarında bu durumun tekrarlamasını önleyebilir.