25 Kasım 2010 Perşembe

+18

Bu yazı cinsel içerikli ifadeler ve iğrenç diyaloglar içerebilir!
Çocuklarınıza okumayınız, okutturmayınız. :)

Tibet son günlerde kendini, cinselliğini keşfetmeye adadı. Aslında bu macera bizde 2 yaş civarı başlamıştı ama 3. yaşını aştığımız bu günlerde had safhaya ulaştı. Böyle durumlarda nasıl davranılması gerektiğini gerek internetten, gerek kitaplardan okumuştum vakti zamanında. 3 aşağı 5 yukarı ne tepki göstermem gerektiğini biliyordum. Bu sayede çiş yaparken ya da üstünü değiştirirken balık avlama hevesinin ortalık yerde değil, odasında yapması gerektiğini kendisine anlatmış ve ikna etmiştim.

İkna etmekle iyi mi yaptım, kötü mü yaptım bu aralar biraz kararsız kaldım.
Sebep şudur ki;


T: Anneee
S: Efendim oğlum?
T: Odama gidebilir miyim?
S: Git bebeğim tabii
(aradan biraz zaman geçer, ben meraklanmaya başlarım, kapısını kapatmış veledin kapısını çalarım)
S: Tibet, ne yapıyorsun? girebilir miyim?
T: Giremezsin anne, pipimle oynuyorum!!!
S: !!! Eeee, tamammm. Çok oynama birazdan gel, tamam mı?
iç ses: ne demek şimdi bu yaa! niye dedim ki böyle birşeyi şimdi?!
T: Tamam anneeee.

˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚

T: Anne ben pipimle oynamaya odama gidebilir miyim?
S: !!! Eeee, tamam ama çabuk gel, tamam mı?
iç ses: taktın ama sen bu çabuk gel lafına heeeee?!

Yok yok, benim genlerime yapışmış bir cinsellik takıntım var anladım ben onu. Yoksa ne her seferinde “çok oynama, çabuk gel!” diyeyim ki çocuğa yani di mi? ama bu takıntıyı da oğlum sayesinde aşacağım belli ki onu da anladım :)

Bitti sandıysanız yanıldınız, beyefendi sadece kendini keşifte değil, bu aralar benim de göğüslerime takmış durumda!

˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚
T: Anneeeee!? (sesinde heyecanlı bir ifade var)
S: Ne oldu oğlum, bişii mi oldu? (hemen panik yap, salak!)
T: Memelerin kocaman.
S: !!! Gıcık! Hıh! Yastık olarak kullan bari!
T: Bakiim (kafasını göğsüme yaslamaya çalışıyor.)
S: De get!!!

˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚
T: Anne, memene bakabilir miyim?
S: Aaaa! üstüme iyilik sağlık! o nerden çıktı şimdi oğlum? olmaz öyle şey.
T: ama niye anne? giyinirken açıyorsun ya?
iç ses: hah bak, bir iki mecbur kaldın giyindin yanında, anında başına patlar böyle!
S: Tamam işte oğlum, o giyinirken. öyle durup dururken açılır mı? öyle herkese gösterilmez!
iç ses: aman ne laf ettin yani, süper!
T: Amaaan, açma o zaman!!!
S: !!!!

˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚ ˚˚˚
T: Anne, sana bişii sorcam
S: Sor bebeğim
T: Şimdi benim pipim var ya
S: Evet var
T: Senin de yok
S: Evet yok
T: ama o zaman sen çiş yapamazsın ki
S: yaparım tatlım, oturarak
T: ama anne ben de oturuyorum bazen. sen nasıl yapıyorsun ki?
S: Eeeeee, hımmmmmm, eeeeeee..... Aaaaaa bak hamurların kalmış masanda, hadi toplayalım da kurumasın!
iç ses: hadi yine iyisin, masada bırakmış hamurları, yırttın! yavaş yavaş seni aşmaya başladı bu diyaloglar, yandın sen kızzım, başın derttteeeeee!


Blogggggg, bana bir çareeeee!!!!

23 Kasım 2010 Salı

Mimini sevdiğimin bloğu

Seviyorum ben bu mim işini... Keyif alıyorum mim yazarken :)
Sanırım Pinky’de bunu bildiğinden, mimlemiş beni.
Uzun ve zevkli bir mim...

İşte sorular ve cevaplar...
-bazı cevaplar Pinky’den çalıntıdır :)-

  • En sevdiğiniz kelime : Annem
Aslında bu duymayı en sevdiğim kelime oldu artık. Tibet “Annem” diye seslendiği zaman bana, dünya duruyor resmen...
  • Nefret ettiğiniz kelime : Küfür
Özellikle eşimin trafikte ettiği küfürlere gıcık oluyorum. Trafik denilen canavarın çok can sıkıcı olduğunu kabul ediyorum ama biraz dozunda kalmak lazım, di mi?
  • Ne sizi heyecanlandırır? : Geleceğini bildiğim ama gelmekte geciken her şey...

  • Heyecanınızı ne öldürür? : Bildiğim halde beklediğim gelmediyse, heyecanım kalmaz doğal olarak :)

  • En sevdiğiniz ses : Tibet’in sesi

  • Nefret ettiğiniz ses : Bazen sessizlik... Çoğu zaman dinlendirici olsa da, fırtınadan önceki halinden hiç hoşlaşmam. Ve çoğunlukla boş konuştuğunu bildiğim ve bunu bildiğim halde birşey yapamadığım herhangi birinin sesi...

  • Hangi mesleği yapmak istemezsiniz? : Sanırım doktor, hastabakıcı, hemşire... 
Özellikle çocuk bölümünde olmayı hiç istemezdim.
  • Hangi doğal yeteneğe sahip olmayı isterdiniz? : Yetenek hırsızı :)
Elimle dokunduğumda karşımdakinin yeteneği bana da bulaşsın isterdim, böylece bir kuş gibi uçmam bile mümkün olurdu :)))))
  • Kendiniz olmasaydınız kim olmak isterdiniz? : Sertab Erener ya da Sarah Brightman gibi eşsiz sesi olan bir yorumcu olmayı çok ama çok isterdim. Tipim de Shakira gibi olsun, turuncu saçlı olarak ama :)



  • Nerede yaşamak isterdiniz? : Bilmem, pek düşünmedim ama Prag fotoğrafları beni çok cezbediyor. Aslına bakarsanız deniz, güneş, bol yeşil,  temiz hava ve anlayışlı, sevecen, güler yüzlü insanların olduğu her yerde yaşayabilirim.
  • En önemli kusurunuz : İçime atmak, söyleyememek, söyleyecek olduğum zamanlarda ise karşılık vermeyi becerememek.
  • Size en fazla keyif veren kötü huyunuz : bilemedim yahu! :)
  • Kahramanınız kim? : Mustafa Kemal Atatürk.
Özellikle bu son zamanlarda onun yokluğunu o kadar hissediyorum ki...
  • En çok kullandığınız kötü kelime : Oha!
Bu kelimeyi bir türlü atamadım dilimden, hep kuzenlerim yüzünden :(
  • Şu anki ruh haliniz : Son günlerde pek keyifli olduğumu söyleyemem.
  • Hayat felsefenizi hangi slogan özetler : Bu ruh halime göre değişir açıkçası. Bugünlerde “Kendini sev artık! Sen sev ki kendini, çevrende seni sevsin.
  • Mutluluk rüyanız : Sevdiklerim yanımda, evim, arabam, evimin temizliğini düzenli yapan bir temizlikçi, sabah 10 akşam 16 çalışacağım, çocuğuma, kendime, sevdiklerime zaman ayırmama imkan tanıyan ve tabi ki çok keyifle yapacağım bir iş, bol ve bereketli bir maaş, tüm borçlarım bitmiş, mutlu, huzurlu, sağlıklı, sevgi ve saygı dolu bir hayat! :)

  • Sizce mutsuzluğun tanımı : Yanıldığını anlamak, hem de çok!...

  • Nasıl ölmek isterdiniz? : Huzurlu bir ölüm olsun. Mümkünse uyurken, ne kendimi, ne başkasını yormadan, üzmeden, ölsede kurtulsa(k) dedirtmeden...

  • Öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allah'ın size ne söylemesini istersiniz? : Görevini tamamladın, için huzurla dolsun...

Evetttt! Şimdi sırada sobelediklerim :)
Deli Anne, Bahar, ElifKayra, Eylem, Melike, Gelincik, Nehircce, Özlem

Haydin bakalım! :)

22 Kasım 2010 Pazartesi

Güzel şeyler yazacaktım ama... bu son olsun...

olsa da olmasa da artık bu konuda bir daha yazmayacağım. hatta bazen hiç mi yazmasam diyorum ya... daha hazır değilim sanırım... kısmet...


Diyecektim ki... güzel bir bayramdı. İstanbul'da olmamıza rağmen. Benim kuzenlerim, Tibet'in kuzenleri. Ev ziyaretleri. Bebeğim öyle mutluydu ki görülmeye değerdi. Her sabah beni görüp "Bugün işe gitmeyeceksin di mi anne?" diye sorması, arkasından bana sarılması bayramın en güzel kısmıydı; "işten bir hafta izin aldım" dedim ona, "hem bayram diye, hem de seninle olmak için".


Perşembe akşamı hapşırmaya, cuma günü burnu akmaya, cumartesi öksürmeye başladı. Cuma günü ananesine geçmiştik, kalmak üzere. Acaba atlatacak mıyız, yakalanacak mıyız diye tedirgin bir bekleyişe geçtik maalesef. Çok huzursuz uyumasına rağmen, Cumartesi gecesini atlatınca "Tamam" dedim, "bu sefer olmayacak!". Dememle... Sabah 7.30'da tekrar atak geçirdi...

Bu sefer durumunun daha bilincindeydi. "Ben eve gitmek istiyorum." dedi. İkiletmedik, hazırlandık, eve geçtik. Yatağında olmak istedi hep, pek salonda takılmak istemedi. Keyfi yerindeydi ama... İçimizin ısınmasına sebep, güle oynaya ama yatağından gerekmedikçe çıkmadan akşamı ettik. Babasını istedi. Sürekli "Ne zaman gelecek?" diye sordu. Tam babası geliyorum diye aradı ki, uykuya yenik düştü. Tam üç buçuk saat... Babası hamur oynayalım diye kaldırdı yataktan. İlk kalktığında hala şiddetli sayılacak derecedeydi ama gittikçe yumuşadı. Yine güle oynaya, bu sefer babasıyla oynayacak olmanın verdiği keyifle salonda geçirdi vaktini. Gece saat 12.00'de tekrar ventolin verdiğimde artık iyice geçmişti. Şimdi ÇOK ŞÜKÜR normale döndü nefes alışları.

Bu sabahın en güzel kısmı bana telefon edip, canlı, keyifli, neşeli sesiyle yemek yediğini söylemesi ve "Anne, patrondan izin al, yine gel eve" demesiydi.

Yine diyorum, Allah hiç bir çocuğa hastalık vermesin. Allah beterinden korusun ve çocuğu hasta tüm ailelere güç versin.

Ben yeterince güçlü müyüm bilemiyorum.
Bu ataklar her ay tekrar eder ve şiddeti azalmazsa......
Neyse, dile getirmeyeyim...

Bu arada, önceden yazamadım. Hepinizin geçmiş bayramı kutlu olsun...

12 Kasım 2010 Cuma

Bir tuvalet hikayesi





Unuttum... oğlumun tuvaletini artık lazımlığa yaptığını yazmayı unuttum...

Ama unutmakta haksız sayılmam, az çok son yazdıklarımdan biliyorsunuz sizde.
Bu bir özür kabul edilebilir (di mi?).

Aslına bakarsanız çok zorlu bir süreçti. Olayların gelişimi çok vahim görünüyordu başlarda. Çişini tuvalete yapıyordu ama kakası geldi mi bez bağlatıyordu velet! Bir iki kere tuvalete yapmış olmasına ve çoğunlukla tutamayacak hale gelmesine rağmen oturtamıyorduk... Bir kaç arkadaşım, alt komşum çocuklarının artık tuvalete yaptıklarını söylüyorlardı, gizli saklı motive etmeye çalışıyorlardı ama nafile... Açıkçası ümidimi yitirmiştim ve ipin ucunu da bırakmıştım. İşin güzel olan tarafı, gece çişi için hiç uğraşmamıştım ve buna şükrediyordum (hala şükrediyorum).

Derken günlerden bir akşam alt komşumuza indik (kendisi butik pastacı, herkese tavsiye ederim, süper!). Bücürler Arda’nın odasında oyun oynuyorlardı. Birden bir çığlık koptu Tibet’ten. Ödüm patladı, çok kötü bir manzarayla karşılaşacağımdan emin, koştum(k) odaya.

Gördüğüm manzarayı önce anlamlandıramadım; ayaklar, vücut, bütün beden baştan aşağıya kasılmış, surat kıpkırmızı olmuş, kasıntıdan pek başarılamayan bir ağlama hali (arada bir şekilde çığlık kaçmış ağzından belli ki)...

Ne olduğunu sordum panikle, zar zor “Kakam” diyebildi. “Tamam” dedim “dayan biraz, eve çıkalım!”. Onu kaptığım gibi eve koştum. Koşarak yukarı çıkarken, birden cin fikirli! Sibel beynimde konuşmaya başladı :)
“Sibel, fırsat bu fırsat güzelim, farkındasın di mi? Bak bunu kullanırsan, devamının gelme ihtimali yüksek! Çabuk düşün, çabuk karar ver!!!”

Eh, fazla düşünmeye gerek yoktu haliyle. Zaten lazımlığı tuvalette hazır duruyordu, hemen soktum tuvalete. Lazımlığı görünce yaygarayı kopardı, aşağıdakinden daha fazla kastı kendini “Yapmııcammmm, lazımlığa yapmııcammmm!” diye ama o kadar sıkışmıştı ki, tutamadı. Bir yandan boynuma sarılmış, bir yandan “Anne, bak gidiyo, bak! Zaten korkucak bişii yok ki! Ah be bebeğim niye korkarsın ki zaten! :( Di mi anne? Bak gidiyo, bak!” deyip duruyordu.

Cin fikirli! Sibel içeride şeytani kahkalar atarken ben “Bu kokuyu çekmeye değer miydi? Yapsındı işte bezine, ne vardı?” diye hayıflanmaktaydım... Üstelik bunun devamının geleceği konusunda onun kadar emin de değildim... ne de olsa önceden bir denenmişlik vardı.

Bu yaptığımın etik olup olmadığını hala kendi kendime sorguluyorum ama neticede Cin fikirli! Sibel haklı çıktı işte, öyle veya böyle işe yaradı. Artık kakasını gayet düzenli ve itirazsız lazımlığa yapıyor. Boynuma sarılmış bir şekilde yapıyor ama olsun, bu da geçer elbet :)
Üstelik her yaptığını bir şeye benzetme huyu da var. Örnek vermeyeyim, mazallah yemekten, çiçekten soğuyabilirsiniz :)

Son söz: Canım oğlum, ben biliyordum zaten başaracağını. Keşke sen de bilseydin de kendini bu kadar sıkıntıya sokmasaydın...
Sen sen ol, yaptığın her işte kendinden emin ol! Yoksa kasan da, kasılan da çok olur!!!

Görsel internetten alıntıdır.

9 Kasım 2010 Salı

Falaaannn filannn!!!

Uzun zamandır Tibet sözlüğünü boşlamışım... Sözlük gittikçe zayıflayacak sanırım, zira her geçen gün daha düzgün konuşuyor. Unutmadan yazmak lazım, ileride hatırlamak adına....

Konuşmaya başladığından bu yana hiç değişmeden kullandığı sözcüklerimiz var:
Ayabakı » Ayakkabı
Şuştopa, Şoştopa, Sustopa » Mustafa babasına bazen ismiyle sesleniyor
Gigi silim » Çizgi film

Yeni kelimelerimiz de var tabi ki :
Vıçak » Bıçak
Çıktırır mısın? » Çıkartır mısın?
Korkmana bişii yok » Korkmana gerek yok ya da korkacak bişey yok manasında
Teşettüyim » Teşekkür ederim
Şappa » Şapka
Düksün » Düzgün
mutlaka fazlası da var ama şimdilik aklıma gelenler bunlar.




Sözlük dışında sürekli kullandığı cümleleri var artık:

Canım benim, çok seviyorum seni bunu söylerken yüzümüz ellerinin arasında, alnı alnımızda oluyor. tahmin edersiniz ki eridiğimiz bittiğimiz bir durum

Çok hastayım, yapamam! bu aralar sık sık hastaneye koşturmalarımızın etkisi
Niye? bu her türlü duruma karşı sorulabilir en kıdemli sorusu. Bazen tabiri caizse salak gibi kalakalıyorsunuz

Aaaa! Bana mı aldınnnnn?! elinizde bi poşet varsa ve o poşette onun için birşey yoksa yandınız!

Ve tabi ki şaşılası, sevilesi, gülünesi diyaloglarımız:

• Eeee, ne yaptınız bakalım bugün doktorda?
- Amaannn, falaaan filaaan, yaptık bişiiler işte!
• !!!!!!!

• Oğlum annen bile uyumuş, sen daha uyumadın mı?
- Baba, bak! Kapanmıyo ki gözüm! Bunu söylerken bir yandan gözlerini kapatıp açıyor

ve Deniz’le bir diyalog:
-  Tibet bu kumanda nasıl çalışıyor? Bulamadım çalıştırma düğmesini.
• Şaka yapıyosunnn?
- !!!!!!!! yok valla şaka diil, yabancı kumanda ya ondan! gülüşmeler

4 Kasım 2010 Perşembe

istemem olmasın bir daha...

En son yazdığımdan iki gün sonra Tibet’in atağı tekrarladı ve bu seferki 3 gün sürdü neredeyse.

Allah beterinden korusun. Biliyorum, çok daha kötüleriyle uğraşan anneler var. Allah onlara sabır, metanet versin ama o süre boyunca ve devamındaki iki haftaya yakın bir süre sürekli bir kalp ağrısıyla gezdim. O kadar ciddi bir ağrıydı ki, doktora gitmeyi bile düşündüm.

Onun, o nefes almakta çektiği zorluğu gördükçe kalbim sıkıştı, ben nefes alamadım. O zorlukla uyumaya çalışırken, ben bir elim onun göğsünde, bir elim elinde ona güç vermeye çalıştım. İstedim ki “annesi hep O’nunla”, O “annesinin herşeyi” bunu hissetsin, bilsin... Başka ne yapabilirdim ki? Elimden gelen buydu sadece...

“Astım” dedi doktoru. Buharlar, testler... tekrar, bir daha testler...

Sonuç; hiçbir şeye alerjisi çıkmadı.
Geçiciymiş, kontrol edilebilirmiş...
Çok şükür...

Şimdi bizim deyimimizle “fısfıs” kullanıyoruz. Sabah akşam...
Bizimki usta kesildi. Hele babasıyla kullanmaları var ki:

• Hazır mısın?
- Hazırım!
• Gönderiyorum.
- Gönderrrrr!!!

:)


olmaz di mi bir daha?

Olmasın...

Lütfen...

Ben mi? İyiyim, iyiyim... :)