27 Ekim 2011 Perşembe

Bugün hava ne güzel!

Hepimiz için son günler sıkıntılı... Ülkemizde yaşananlarla ilgili bir de ben yazmayacağım, sizler çok güzel yazdınız, çok güzel dile getirdiniz. Üstüne ne desem, ne yazsam zaten daha fazlasını ekleyemezmişim gibi geliyor.

Çok üzgünüm, çok...
Bizim Tibet’le de son zamanlarımız çokça sıkıntılı.
Bolca tartışma, bolca huysuzluk, bolca inatlaşma...


 Sanırım ya Deli Anne yazmıştı facebookta ya da onun yazılarından birine “Çocuklarımız daha çok hissediyor bu sıkıntılı günleri galiba; ya hastalar ya huysuz” demişti biri yorumunda (daha doğrusu buna benzer bir yorumdu).

Anasına bak oğlunu al mı demeli, anası da oğlundan belli mi demeli bilmem. Ben de az değilim! Onunla inat, onunla huysuz oluyorum çoğu zaman. Sonra da kızıyorum tabii kendime “Sen de anne misin?” diye.

Düşündüm de “Anne” kimliğimi o kadar ön planda tutuyorum ki; önce “İnsan” olduğumu unutuyorum. Oğlumun bana ve oyuna ve sevgiye ve ilgiye ihtiyacı olduğunu biliyorum ama aynı şeylere benim de ihtiyacım olduğunu görmezlikten geliyorum. Eşimin hobisi için bizden ayrı zaman geçirmesini çoğunlukla anlayabiliyorum da benim bırak hobiyi, kendime zaman ayırmam gerektiğini aklımın ucuna bile getirmiyorum.

Bu yüzden bugünü kendime ayırmıştım.

Bahar’ı da alacak çıkacak, dolaşacak, fotoğraf çekecek, denizin kokusunu ciğerlerime dolduracak, martılara simit atacak, yürüyüp, yorulup bir yerlerde kahve içecektim. Sohbet edecek, gülecektim, gülümseyecektim, belki de hüzünlenecek ama umutlu olacaktım. Kendim için bir gün çalacaktım...

Olmadı.
İş gelecekmiş :)
Varsın gelsin...

Güzelce giyindim, taktım, takıştırdım, fön çektirdim, makyaj yaptım, tırnaklarımı süsledim.

Yüzüme de bir gülücük kondurdum...



Şimdi işleri bekliyorum...

Madem geliyor, geleceği varsa, göreceği de var! :)



Bu şarkı da son günlerdeki ruh halimi çok iyi anlatıyor sanki :)

17 Ekim 2011 Pazartesi

Aydede ve Güneş

Anneeee, biliyor musun? Seninle birlikte aydedeyi evine götürüp,
güneşi getirdik ve sabah oldu.
Aydedeyi götürürken de güneşi getirirken de kovalamaca oynadık.

Anneee, çok eğlendik çooookkk!!!

13 Ekim 2011 Perşembe

Bilmiyorum!

Çocuk olmak lazım bu hayatta! Özellikle de dünyanın kendi çevresinde döndürüldüğünün farkında olan bir çocuk olmalı ama.


Düşünsenize; gece yatacaksınız, anneniz size “Hadi tatlım, uyku saati geldi” diyor. Siz bunu duymazlıktan gelip, önce salonda sonra anneyle babanın yatak odasında ondan sonra da kendi yatağınızda bir fasıl zıplıyorsunuz. Bu arada anneniz (sizi yatırmak onun görevi olduğundan dolayı!) sürekli başınızda “Hadi ama bebeğim, lütfen artık yatalım. Bak uyku saatin geçeli çok oldu.” diye sakin sakin sizi ikna etmeye çalışıyor.

Ortalama 20 dakika sonra (ki bu aslında daha uzun bir zaman dilimidir genelde) ikna olmuş ayakları yapıp, yatağınıza giriyorsunuz. Bir de düşünün ki; yatmadan önce çizgi film izleyerek uyuyanlardansınız. Halbuki anneniz ne kadar isterdi kitap okuyarak ya da masal dinleyerek uyumanızı... Ama bu ufak bir ayrıntı, takılmayıp, devam edelim.

Anneniz diyor ki “Hadi bir film seç!”. Sizin uyumamak için biraz daha vakte ihtiyacınız var. Ne yapmanız lazım? Mesela şöyle bir yol izleyebilirsiniz “Anne, ne izlesem bilmiyorum, sen seç!” Bunu dediniz demesine de, mevzuyu uzatmaya yetmesi için başka bahanelere ihtiyacınız var. Anneniz orada film seçerken, sizde kafanızdaki filmi döndürüyorsunuz.
“Çılgın Hırsız’a ne dersin?” diye sordu anneniz “Hayır” dediniz.
“Mega Zeka?” “Hayır”, “Oyuncak Hikayesi?” “Hayır”, “Elmo?” “Hayır”, “Caillou?” “Hayır”, “Arthur?” “Hayır”, “o?” “Hayır”, “Bu?” “Hayır”, “Şu?” “Hayır”!!!

Bu arada annenizin gözlerinin dönmeye başladığını farkediyorsunuz ama şimdilik oralı olmamaya kararlısınız. Anneniz hala sakinliğini korumaya çalışıyor çünkü, bunun farkındasınız.
“Peki tatlım, ne izlemek istiyorsun, sen söyle”
Cevabınız belli “Bilmiyorummmm anneee, sen seçççç!”...
“Tatlım, sen bilmezsen ben nasıl bilebilirim ki? Benim seçtiklerimi beğenmiyorsun zaten!” “Bilmiyorummm anneeee! Seç sennnn!”

Bu şekilde de en az yarım saat geçiyor. Bu arada annenin saçları iyice kabarmakta, gözleri de kırmızıya dönmekte. Bunu farkediyor ve en nihayet bir filmde karar kılıyorsunuz. Anneniz koyuyor filmi ve bu çekişmenin verdiği yorgunlukla yanınıza kıvrılıyor. Ama daha bitirmediniz tabi ki:
“Anne, süt yap!”

Anneniz kalkıp süt ısıtıyor, getiriyor. “Anneee, çok yapmışsın, şimdi karnım ağrııcak!” diyerek ağlamaya başlıyorsunuz. Anneniz sabırlı kadın neyseki, şanslısınız. Kendini tutmasını çok iyi başarıyor. Gözler kırmızıya döndü aslında çoktan ama o sesinin tonunu hala bozmuyor:
“İçme bebeğim hepsini sende, az iç, gerisini ben içerim!” “Ama getirmişsin işteee, içicemmm!” 
!!!!!!!

Anneniz sesini çıkarmıyor, artık sabır sınırlarının sonuna yaklaştı. İçmeye karar verip içiyorsunuz ama söylenmeyi de ihmal etmemek lazım, madem başladınız! Bardağı mutfağa götürüyor anneniz, gelip yanınıza uzanıyor. Tam iyice yerleşmesini bekliyor ve uyumadan önceki son vuruşunuzu yapıyorsunuz: “Anne benim karnım acıktı, peynir zeytin versene!”

Artık annenizin hem gözleri kırmızı hem de saçları tavana değiyor! İçinizde hafif bir korku var ama bu filmin sonunu getirmelisiniz. Hem, anneniz sabırlı kadın zaten ve üstelik size olan sevgisinin bir sınırı da yok, di mi ama canımmm?!

Küçük bir parça ekmeğin arasına zeytin ve peynir sıkıştırmış anneniz, getirdi yediniz. Bundan sonra yapacak fazla birşey yok artık. En fazla su isteyebilirsiniz ki o zaten yatağın kenarında her daim duruyor.

Anneniz yanınızda iyice gevşemiş ha uyudu, ha uyuyacak. Zaten bu arada filmin de sonuna neredeyse gelmişsiniz. Artık uyuyayım bari diyor ve uyumaya karar veriyorsunuz. Annenize son bir ültimatom veriyorsunuz: “Anne, sarıl bana!”

Ve nihayet... mutlu son...

Ama yok yok, biraz daha devam edelim:

Gece üçte uyanıyorsunuz, anneye sesleniyorsunuz, nasıl becerdiyse kalkmış gitmiş yatağına. Bak sen!!!

Anneniz geliyor : “Anne, benim canım birşey istiyor”
“Ne istiyor canım gecenin üçünde acaba canın!” ve işte asıl bombayı şimdi patlatacaksınız:
“Bilmiyorum anneeee, getir bişey işteeee!”

Eh, artık annenizin dönüşeceği yaratıktan ben sorumlu değilim, söyleyeyim!!!

10 Ekim 2011 Pazartesi

Melekler Partisi


Tibet daha küçücük bir bebekken, onu kolumla göğsüm arasında tutup, öylece, beraberce uyumak isterdim. Ama o kadar küçüktü ki, uyuyakalırsam onu ezmekten korkar, yapamazdım. Onu kollarımda uyurken seyrederdim...

Şimdi neredeyse omuzuma ulaşmış koca bir çocuk! Akşamları çoğunuzun bildiği üzere o uykuya geçene kadar yanında yatıyorum ve artık Prensim uykuya dalmadan önce başını omuzuma koyup, elini de belime atıp öyle uyuyor.

Nasıl bir mutluluk benim için... ve ne güzel bir huzur...

Hafta sonumuz manevi anlamda yorucuydu bizim için. Cuma ve Cumartesi günlerini ciddi ciddi birbirimizle çatışma halinde geçirdik. Dönem dönem oluyor böyle zamanlarımız ama bu sefer sanki daha yorucuydu ya da belki de ben bu aralar duygusal anlamda daha zayıf bir dönemimdeyim ki; bu ikincisi sanırım daha uygun...

Buna rağmen Pazar günümüzü o kadar güzel geçirdik ki...

“Meleklerle Yaşamak” grubuna üyeyim. Geçenlerde kitabını  okumuş, çok etkilenmiş (hatta diğer bloğumda da bahsetmiştim) ve bir meditasyon çalışmasına da katılmıştım. Katıldığım ortamdan da etkilenince, çocuklar için düzenledikleri “Melekler Partisi”ne Tibet’i götürmemek aklımın ucundan geçmedi tabii.

Tibet’in kaydını yaptırdım ve Tibet’e yeni arkadaşların olduğu, beraber şarkılar söyleyip, resim çizecekleri yeni bir yere gideceğimizi söyledim.

Normalde yeniye hemen tepki gösteren oğlum bu sefer çok normal karşıladı durumu. Malum dün çok yağmurlu bir gündü. Arabayı yer bulamam belki endişesiyle yukarıda bir yerde bırakmış olmama rağmen ve hatta yağmur atıştırıyor olmasına rağmen Tibet hiç itirazsız o yolu yürüdü. 5 (belki de 6) katı hiç şikayet etmeden çıktı ve sanki hep bildiği biryermiş, sanki önceden Beki ve Zişan’ı tanırmış gibi hiç hesapsız içeri daldı.


O kadar mutluydu ki, gidip gelip öptü beni, sardı sarmaladı. Eve dönerken “Ne kadar güzel bir gün geçirdik, di mi anne?" diyerek memnuniyetini dile getirdi. "Bir daha olursa gelelim mi yine?" dedim “Kesinlikle gelelim!” diye cevap verdi...

Ve akşam... başını omzuma koydu, elini belime attı...
“İyi geceler annecim, seni çoookkk seviyorum!” dedi...
O uykuya daldı... ben onu kollarımda uyurken seyrettim...
ve yine... ve yeniden...

Teşekkürler "Melekler"...

3 Ekim 2011 Pazartesi

Seyahat

Bu aralar ananesine pek bir düşkünleşti prensim. Her cuma neredeyse aynı senaryo oynanıyor evde. Anane kapıda çıkmak üzere, bizimki onun ayaklarına yapışmış "Anane gitmeeee! Gidersen seni çok özlüücemmm!" diye neredeyse ağlamadığı kalıyor kadıncağızın arkasından. Bu sefer ananesi "Tamam ben şimdi gideyim, yarın annen seni getirir." demek zorunda kaldı. Biz de Cumartesi günü hem söz verdiğimiz için, hem de ben biraz kötüydüm, anne şefkatine ihtiyacım vardı o yüzden ananesine gittik. Annemin bundan ne kadar hoşnut olduğunu artık Allah bilir :)

Yolda ve ananesinde bize yine güzel anılar bıraktı kuzum.

****************

Bir benzin istasyonunun önünden geçiyoruz. İstasyonun önünde bir adam, elinde de yaptıkları kampanyayı gösteren ışıklı bir tabela var:

- Anneeee! Bak, oraya insanlar şaşırsın diye adam koymuşlar.
- .......
- Anne vallahi ben çok şaşırdım, sen şaşırmadın mı?
- ... Ben de çok şaşırdım oğlum. :))))

Fotoğraf geçen haftadan. Hatıra koymadan olmaz ;)

Bir yerde yol tıkandı. Her tıkanan trafikte olduğu gibi burada da satıcılar peydah olmuş:

- Anne, o adam ne satıyor? Tavuk helva mı?
- :))))))) Hayır oğlum "Pamuk" helva değil, kağıt helva satıyor! :)))))))))


Ananesine giden yola sapmak üzereyiz. Yol sağımızda ve biraz rampa olduğu için çok rahat görünüyor:

- Anne, biz bu yoldan mı gideceğiz?
- Evet oğlum.
- Ama anne bu yol çok kırılgan! (artık kendince nasıl yorumladıysa yolu!)


Oturduğu yöne güneş vurmuyor ama arada bir döndüğümüz yöne göre güneşin kendisine uğradığı oluyor:

- Anne, bak güneş beni arıyor ısıtmak için ama bulamıyor!


Nihayet ananesine varılıyor. Orası onun için bilgisayar cenneti, ananesinden yasak yok! Doğal olarak bilgisayarın başından almak benim açımdan bir sorun. Bilgisayar oyunlarında sıkıştığı zaman bu yüzden benimle muhatap olmak istemiyor:

- Teyzeeee!
- Efendim tatlım?
- Biraz gelir misin? Sana ihtiyacım var! (Teyzesi mest tabii... İşi biliyor benim oğlum!)


Ananesinden bilgisayar konusunda, dedesinden abur cubur konusunda sonsuz kredisi var. Dedesi arıyor, “Gelirken torunuma ne alayım?” diye soruyor.

-  Anane, süt kinder (süt dilimi) alsın, çubuk kraker alsın, browni alsın, dondurma alsın. Bi de süt alsın!!! (Neyseki arada "süt" gibi işe yarar birşey istiyor! o da birşeydir artık, ne yapalım?!!!)