28 Nisan 2011 Perşembe

Top List 3

Nil geçenlerde mimlemişti beni. En sevdiğim üçleri sormuş.
İlk önce sevdiğin görselleri yaz demiş :)


Bu aralar yatağımdan kalkıp ilk merak ettiğim şey güneşin çıkıp çıkmadığı oluyor. Oldum olası güneşi sevmişimdir, belki de yaz çocuğu olduğumdan.
Hal böyle olunca en sevdiklerimin başına bu aralar güneş ve sıcak oturdu. Baharı bekleyen kumrulara döndüm iyice. Geçen haftalarda camdan yağmuru seyreden gizemli kadın moduna girdim, bu havalardan keyif alayım diye ama ı-ıh... iki günden fazla uzatamadım süreyi. Zaten evde ve işte pek ilgi çekmedi bu durum, o havalara girdiğimle kaldım.
Lafı uzatmayıp en sevdiğim 3 görselin güneş, papatya (büyükçe olanından ama) ve Tibet olduğunu söyleyip, en sevdiğim 3 sese geçeyim hemen.


Çok doğal olarak en sevdiğim seslerin başında anne olduğumdan beri çocuk sesi geliyor, özellikle kahkahaları. Tibet’in evde kahkalar attığı dakikalar, evin en güzel olduğu zamanlar. Evin içinde çiçekler açıyor sanki. O güldüğü zaman dünya da gülüyor gibi geliyor, sanki herkes mutluymuş gibi... Eminim tüm ebeveynler çocukları güldüğü zaman benim gibi hissediyorlardır.
İkinci olarak, gözlerim gökyüzünün maviliğinden başka birşey görmez haldeyken kulağıma gelen deniz sesi. Dünyadan başka diyarlarda hissettirmiştir bana kendimi bu durum hep. Kendimi hafif ve özgür hissederim. Çok uzun zamandır bu keyfi yaşayamadım, umarım bu sene olur.
Üçüncüsü ise müzik... Sevdiğim bir müzikle her yere gidebilir, her kılığa girebilirim. Kulağımda sevdiğim bir müzikle tüm hayallerimi gerçekleştiririm, yine hayallerimde :) Hatta bir yazımda Sertab sesli, turuncu saçlı Shakira olmak istediğimden bahsetmiştim hatırlarsanız :)


En sevdiğim 3 tatta biraz kal geldi ne yalan söyleyeyim. Sevdiğim pek çok şey var aslında. Bir sürü şey sayabilirim ama ilk üçe hangisi giriyor bilemedim :)
Genel olarak kuruyemiş hastasıyımdır. Tatlı olanları hariç diğerlerinin tümünü verseniz, onlarla beslenebilirim. Badem, fıstık, fındık, tuzlu leblebi, vs....
Mangalda yapılmış lezzetler, özellikle sucuk ve mantar :) ve son olarak tatlı... sanırım tatlılarda birici sırayı sütlaç alır :)


En sevdiğim 3 kokuya gelince; yine anne olduğumdan beri oğlumun kokusu ilk sırada tabi ki. O ensesinden yayılan koku nasıl güzel bir kokudur kardeşim öyle. Teri bile bir başka kokuyor resmen :)
İkinci sırayı bahar kokusu alır. Bahar geldiğinde yayılan o çimen ve çiçek kokularının üstüne koku yoktur benim için ve kahve kokusu... oğlumun kokusu birinci sırada olmasaydı kahve kokusunu birinci sıraya koyardım. Beni benden alır, peşinde koşturur o kadar yani :)


En sevdiğim 3 hissin başında sanırım aynı Nil’in ki gibi Huzur geliyor. Kelimenin kendisi bile huzur ve dinginlik veriyor. Aslında asıl sevdiğim huzurun getirdiği o dinginlik hali galiba. Hep öyle olabilsem, olabilsek...
Farkettimde, galiba burası direk Nil’in verdiği cevaplarla aynı olacak.
Diğer bir histe heyecan. Bir şeyin olmasını beklemek mesela. Tibet’in geleceği günü ne kadar büyük bir heyecan ve merakla beklediğimizi hatırlıyorum da :) Ya da aşkı beklemek, bir iş başvurusunun cevabını beklemek, uzun zamandır görmediğin bir arkadaşını beklemek... yoksa aslında burada o beklenti mi sevdiğim :))))
Ve son sevdiğim his tabi ki güven. Birine güvenmek ve birine güven vermek gibisi var mı?


Aslında bir his daha var sevdiğim ama onun ismi nedir ki?
Tibet’in bana “seni çok seviyorum anne” diye sarıldığında duyduğum o mutlulukla karışık gurur hissinin adını bilen var mı? Beni sevdiğini bildiğim ve benim de sevdiğim biriyle yaşadığım herhangi sevgi seli anının ismi? O birbirine sarılmanın verdiği duygu?
Evet, evet, bu his benim 1 numaram işte :)

Şimdi paslıyorum eğer yapmadıysanız ve tabi ki yapmak isterseniz;
Haydi pamuk eller klavyeye!


Tibet'in fotoğrafı hariç tüm görseller internetten alıntıdır.

26 Nisan 2011 Salı

Ben bu hafta sonu

Arabalı yatağı için para biriktirmekte sınır tanımadığını,
“Anne, bu parayı kumbarama atabilir miyim?”
“Nereden aldın tatlım onu?”
“Senin cüzdanından.”
“Aşkım, başka para yok ki cüzdanımda, ben sana sonra veririm.”
“Ama anne, arabalı yatak alıcam, lazım bana!”

23 Nisan’ı üstüne basa basa anlattığımı,

Ebeveynlerimin bana özel günleri öğretmek için
böyle çırpınmadığını hatırladıkça içimin acıdığını,

Camına bayrak asmış bir evin önünden geçerken “Anne bak, çocuk bayramı asmışlar.” demesiyle, bayram ve bayrak kavramını kafasında bir türlü oturtamadığını farkettiğimi,

Beyefendinin son gözdesinin bowling olduğunu,

Gelecek olan bu film sayesinde artık sinemaya gitmeye sıcak baktığını,

Beceriksizce de olsa bazı bazı modaya ayak uydurabileceğimi
(acemiliğimin kusuruna bakmayın),

Ve tüm acemiliğime rağmen bazı bazı fotoğraf yarışmasına katılabileceğimi(zi)
(henüz fotoğrafımızın kabul edilip edilmediği belli olmadığı için fotoğrafı yayınlayamıyorum)

Gördüm, öğrendim, anladım...

22 Nisan 2011 Cuma

Yatak dediğin SİYAH olur!


Nasıl oldu bilmiyorum? Arabalı yataklara kafayı takmış durumda.
Yatıyor arabalı yatak, kalkıyor arabalı yatak.
Sohbetlerimiz artık arabalı yatakla ilgili sadece.
Dün kulağımıza gelip gidip arabalı yatak deyip, kahkalar attı.

Annem; “Arabalı yataklar çok pahalı, biraz ucuzlasın yaşgününe alacağız.” demiş.
Güzel demiş demesine de... nasıl ucuzlar bilemiyorum.
Fiyatı sordum Çilek’e, dudağım uçuklayacaktı az kalsın!  Çilektekinin fiyatına başka mağazalarda takım olarak satıyorlar ama ne yazık ki beyefendinin beğendiği yatak Çilek’ten. Siyah!


Geçen gün AVM’lerden birinde gördü mağazayı, koşturdu içeri. Kırmızısı, siyahı... dolanıp duruyor. Satış elemanı da peşimizde haliyle. Dönüp durduktan sonra geldi siyah arabanın başına “Bunun ışıkları yanmıyor mu, ses çıkartmıyor mu?” diye sordu kıza. “Işıkları da yanıyor, sesi de çıkıyor.” dedi kız.
Bir süre durdu öyle yatağın başında, döndü bana “Anne madem ışıkları yanıyor, sesi de çıkıyor, neden açmıyorlar öyleyse? Hiç anlamıyorum!” Kızcağız arkada koptu, yerden toplayacaktım az kalsın! Dayanamadı gitti yatağın anahtarını verdi bizimkine, açtı açtı kapadı yatağın sesini ışığını beyefendi. Bir de sahiplendi, gelen gideni yaklaştırmıyor yanına ama tanıtımını süper yapıyor! Anlatıyor da anlatıyor, yok ışığıymış, yok sesiymiş, yok rengiymiş. Yukarıda kırmızısı da varmış ama bu onunmuş, onlar isterlerse onu alabilirlermiş. Biraz daha kalsaydık mağazanın yeni elemanı olacaktı neredeyse, o kadar benimsedi herkes kendisini.

Yatağı aldığımız zaman onunla birlikte yatağa sığıp sığmayacağımın hesaplarını yapmaya başladı. Sığmazsam o uyuyana kadar elini tutarmışım artık!
Yatağı eve amcalar getirecekmiş, kuracaklarmış, çok güzel olacakmış.
Kumbarasını bu sayede doldurdu. Şimdi onu kağıt paraya döndürüp, tekrar dolduracakmış.
O kadar kafayı bozmuş durumda yani.

Bilmem ki yaşgününe kadar bu sevdası geçer mi?


Yarın 23 Nisan
Çocuklarımızın geleceğiyle oynanan bu tuhaf eğitim ve yönetim sistemini gördükçe, Atamızdan yadigar bu günlerin önemi gittikçe daha da artıyor benim gözümde.
..........
Tüm çocuklarımızın ve gönlü hala çocuk kalmışların gününü kutluyorum.


Anne Sözü’nde 23 Nisan yarışmamız tamamlandı.
Bugünkü aklımla çocuk olsaydım cümlemizi tamamlayanlar blogta isimsiz olarak yayınlandı.
Oylarınızı bekliyoruz. Birinciye çok güzel hediyelerimiz var :)
Kendinize oy vermeyin sakın, yakalarız heee! :)))



Bu hafta sonu oğluyla birlikte salıncakta sallanıp, kaydıraktan kayan birini görürseniz, ben olma ihtimalimi göz önünde bulundurun. Hele ki saçlar kızılsa, kesin benimdir!

İyi hafta sonları hepinize :)

20 Nisan 2011 Çarşamba

Ah tekrar çocuk olsaydım...


Bugünkü aklımla çocuk olsaydım,
başarısızlık korkusu yüzünden teptiğim tüm fırsatları,
bütün olası sonuçlarını göze alarak denemek isterdim.



Anne Sözü’nde ödüllü 23 Nisan yarışmamız var. Hediyelerimiz çok keyifli.
Sizleri “Bugünkü aklımla çocuk olsaydım ....................” cümlesini tamamlamaya davet ediyoruz  :)

Ayrıca bloğunuzda da duyurursanız pek bi seviniriz, hatta o kadar seviniriz ki; ne var bunda bu kadar sevinecek diye şaşar kalırsınız :)

19 Nisan 2011 Salı

Ben bugünlerde...

Ayla bugünkü ruh halimi fotoğrafla, şarkıyla, şiirle anlatmamı istemiş. Arkadaşım bilmiyor ki benim ruh halim bu aralar değil günü gününe, dakikası dakikasına bile tutmuyor :)

Bu durumda bol fotolu ve bol şarkılı bir post sizi bekliyor, benden uyarması :P

Bu aralar;

Hava kapalı ve yağmurlu olmasına rağmen, güneşli günlerin geleceğine dair umutlu,


Bulutların, dalların arasından güneşi görmek için 4 takla atabilecek kadar deli dolu,

Nereye gittiği bilinmeyen yollara düşmek isteyecek kadar gezgin ruhlu,

Fotoğrafa yeniden başlamayı düşünecek kadar özlem dolu,

Yağmurun altında şarkı söyleyebilecek kadar coşkuluyum...
(fotoğraf internetten alıntıdır)


Bu aralar içimdeki şarkı söyleme isteğini en iyi bu şarkı anlatıyor olsa da,



Evirip çevirip bu şarkıyı dinleyecek kadar Siyah-Beyaz’ım...



Bu şiirdeki kadar küçük ve bu şiirdeki kadar da şeytanım işte ;)





Herşeyin küçüğü güzel...
Küçükse bir şeytan bile;
Kötülüğü değil, kanatları dikkat çeker.
Bu yüzden inandırıcıdır az konuşanlar,
Söylenen sözler küçükse,
Tüm imla kuralları eğilirler önünde.
Az konuşanın gözlerine,
Daha çok bakılır.
Söylenen sözden fazla sevilir,
İki cümle arası boşluklar.
Kandırılmışlık bile küçücük kalır.
O da sevilir ya zaten küçükse.
Herşeyin küçüğü güzel...
Büyüyünce şeytan olacak bir perinin,
İki kanadı arasındaki boşluğa yerleşirler,
büyük günahlar bile...



Sizler nasılsınız canlarım :)

18 Nisan 2011 Pazartesi

Yağmurlu bir gün


Haftaya yağmurlu başladık.
Sabahın 5.30unda yağan yağmurun şiddeti doğrusu korkutucuydu ama yağmurun sesinin insana verdiği dinginlik de yadsınamaz bir gerçek.

İşe gelirken, bir yandan yağan yağmurun kimbilir kaç kişinin canını yaktığını düşünüp, bir yandan da onu seyretmenin, camlara vuran sesinin verdiği huzurun çatışmasını yaşadım.


Bücürüm de 4e yaklaşmasının getirdiği çatışmalarla boğuşuyor sanırım. Bir gün bal dök yalayken, bir gün yanaşmayın yanıma, bakmam gözünüzün yaşına modunda. Bir gün lafazanlığıyla diğer gün huysuzluğuyla yarışamıyoruz. Bir an kahkahalarında sonra gözyaşlarında yüzüyoruz ve neyin hıncını çıkardığını bilemediğimiz tuvalet sorunlarıyla uğraşıyoruz. Elbet bunlarda geçecek, şikayet ettiğimiz ne geçmedi ki bu güne kadar. Ama yaşananlar anında yakıyor canını ya da güldürüyor yüzünü.

Dün yine başgösteren bir sorunumuzun sonrasında, ağlamamak için zorladığım gözlerimi gören bücürümün “Anneciiim, neyin var? Hasta mı oldun? Hiii, canım benim, hasta olmuşsuun seeen!” diyerek sarılması ve öpmesi beni, unutturdu işte herşeyi.

Ah bebeğim; büyüdüğünde de böyle gönül almayı bilirsin umarım  ve bilmem ki bu yanlış anlayıp yeniden anlamlandırdığın cümlelerin değişsin ister miyim? :)


Babasının nedense ağzına dolanmış “Amman melekem kavur balıklarıı....” şarkısının yeni versiyonudur :)

-Babane, bak şimdi, böyle söyliiceksin tamam mı? “Akşama pişir alabalıklarııı”
tamam mı? Söyle bakiim? Hah, işte böyleee, aferinnnn!!!

Bu aralar arabalı yataklara taktı kafayı, tutturdu isterim diye.

-Sevgilim, Avcılar’da da vardı bir yer. Bugün bir de ona bakalım, görmüştüm böyle değişik tipte arabalı yataklar vardı.
-Anneeee, gitmeyelim Avcılar’a, lütfeeennn. Orada kuşları vuruyorlarrr!!!

Not: MedCezir kişisel bloğumda devam ediyor. Elimden geldiğince de orada devam edecek :) İlgilenenlerin bilgisine...

13 Nisan 2011 Çarşamba

Med - Cezir

Burada ne işim var?!” diye iç geçirdi.
Arkadaşının fark etmemesi için bir çaba göstermesine gerek yoktu çünkü o midesini tuvalete boşaltmakla meşguldü. Dora’nın saçlarını kusmuk bulaşmasın diye elleriyle topladı. Onun kadar güzel ve akıllı bir kadının bu hallerde olmasına şaşıyordu.

Dora içinde bulunduğu ilişkiyi bir türlü bitiremeyip, üstüne başka birine aşık olmuş, ondan da beklediği ilgiyi görememişti. Şu kıytırık balıkçının, küçük ve pis kokulu tuvaletinde bu halde olmasının sebebi buydu.

Cezir’le bu akşam planları tamamen başkaydı aslında. Eve binbir türlü bahane uydurmuş ve bu geceyi beraber geçireceklerdi. Nadiren ellerine geçen, kıymetli bir gündü onlar için. Ama Dora nasıl oluyorsa her seferinde böyle günlerinin bir parçası oluyordu. Aralarında bahis konusu olmuştu artık, kaç saat içinde Dora’nın onları arayıp, saatlerce telefonda konuşacağı ya da onlara katılacağı.

Bir sene olmamıştı daha aynı firmada bir arada çalışmaya başlayalı ama nedense Dora en çok Med’e güvenmişti koca şirkette. Ona olan güveni ve sevgisi, sevgilisi olduğu için Cezir’e de kaymıştı. Anlıyordu Med onu. Bu güven bir tek onun yanında rahat olmasını sağlıyordu Dora’nın ve canını sıkmasına karşın Cezir’in de onu anladığını biliyordu.

Midesini boşaltıp biraz kendine gelince hüngür hüngür ağlamaya başladı Dora. Med kollarının altından destek verip, onu ayağa kaldırdı. “Hadi gel, yüzünü yıkayalım. Sonra da iner, birer kahve içeriz, tamam mı?” Kafasını onaylar gibi salladı Dora. Med’in onu yönlendirmesine izin verdi.

Kahvelerini içtiler. Dora’nın kendine geldiğinden iyice emin olduktan sonra bir taksiye bindirdiler onu. “Gecemizi bitirmeyelim, biz devam edelim.” dedi Cezir.

Tanıştıkları bara gittiler. Çok sakindi bu gece, hiç olmadığı kadar hem de...

Balkonun önündeki masaya oturdular. Her zaman ki gibi Cezir bira, Med shandy söyledi. Dışarıyı seyretmeye koyuldular. Aralarındaki sessizlik huzurluydu. İlişkilerinin en sevdiği yanlarından biriydi bu. Her zaman konuşmaya ihtiyaç duymuyor olmaları, böyle sessizlikleri huzurla paylaşmaları.

Yine de Cezir’in bir şeyler söylemek istediğini anlıyordu elindeki birayı döndürüp durmasından. Bir şey sormadan bekledi. İkisinin de gözü dışarıdan gelip geçen insan kalabalığındaydı.

Bir ilişkiyi sürdürmek bazen ne kadar zor değil mi?
Kafasını salladı Med. Bu cümlenin sonu nereye bağlanacaktı merak etmişti doğrusu.

Bazen gözümüzün önündeki gerçekleri görmekten aciz oluyoruz. Beklentilerimizin ardına sığınıp, elimizdeki güzellikleri görmemeyi seçiyoruz çoğu zaman. Elimizden gittiğindeyse pişman oluyoruz.

Güzel bir şeyler söyleyecek galiba.” düşündü ama yine de kestiremedi bu konuşmanın sonunu.

Bu akşam Dora’nın yaşadıklarından sonra anladım ki ben böyle olmasını istemiyorum, yani pişman olmak istemiyorum.

Med’in ellerine uzandı.

Seni seviyorum Med. Ama bu akşam anladım ki; ben her gece seninle uyumak, her sabah seninle uyanmak istiyorum.” Anlık bir sessizlikten sonra devam etti: “Med, benimle evlenir misin?

Beklemediği bir teklifti. Cezir’in sesinden ciddiyetini anlayamadı önce. Gözlerine baktı. Bu sefer gözlerinde sadece sevgiyi değil, kararlılığı da gördü.

Yüzüne yayılan gülümsemeye hakim olmaya çalıştı. Hiç düşünmeye bile gerek duymadı vereceği cevabı. Cezir’in kulağına eğildi. “Evet.” dedi...

Sarıldılar birbirlerine...

Artık Dora’ya bir teşekkür borcu vardı...

Yazan ve fotoğraflayan: Tibet'in Annesi

6 Nisan 2011 Çarşamba

Rüya


Gece uykusunda ağlamaya başladı.
Rüya gördüğü belliydi, yanına gidip gitmeme konusunda kararsız kaldım.
Ben gideyim mi gitmeyeyim mi diye çelişirken uyandı, seslendi bana.

  
Yanımda yatar mısın anne?” dedi. Yattım, sarıldım sıkıca.
Rüyamda seni gördüm anne” dedi,
Beyaz bir eldivenle geldin, sonra yine gittin. Sana yetişmeye çalıştım ama yetişemedim.
Sonra kayboldum anne, çok korktum!
Daha sıkı sarıldım, öptüm boynundan;
Korkacak bir şey yok canım. Dediğin gibi rüyaydı hepsi.
Bak yanındayım ben, sen rahat rahat uyu bebeğim.

Gözlerine kadar inen saçlarını düzelttim.
Elime göz kenarındaki bir damla yaş bulaştı.

Çoktan uykuya dalmıştı...

4 Nisan 2011 Pazartesi

Nedense...

Blogların bir kapatılıp bir açılması beni fazla etkiledi galiba. Hiçbir şey yazasım yok. Ne elim gidiyor, ne içimden geliyor. Üstelik sadece yazmakla da ilgili değil sıkıntım, yorum bile yapasım yok. Bloglara giriyor, okuyor ve çıkıyorum... Yani sanmayın ki sizinle ilgilenmiyorum.

Aslında kötü değilim moral olarak ama...
bir ama var nedense...

Neyse.... havalara yoralım ve biz gözümüzü güzelliklere çevirelim, di mi?
Mesela Tibet’in iki güzel diyaloğunu aktarayım :)



Mutfaktayız, babası ile sohbet ediyorlar. Babasının hayali kişiler üretmesi, varmış gibi konuşması meşhurdur. Tibet’i bu şekilde şaşırtmaya çalışır :

- Tibet, seni Melahat’le tanıştırayım mı?
- O kim baba? Tanıyor muyum? Ben10 saatimde kayıtlı mı?
- !!!!!

****** 

Bu hafta annemin kuzeni (vefat eden kuzenimin annesi) geldi. Pazar günü o yüzden annemlere geçtik. Annemle birlikte onu da bize getirmek için. Teyzem Tibet’ten izin istedi :

- Tibetcim, size gelebilir miyim ben de?
- Geeel..... Ne diyeyim ki yani şimdi?
- !!!!!