27 Mayıs 2011 Cuma

Paranoyak

Elinizde; havalar soğukken çok üşürse diye hırkayla, havalar sıcakken çok terleyecek diye yedek atletle dolanıyorsanız,

Geceleri kendiniz terleyip yorganı attığınız halde, yorganı atmış olan çocuğunuzun “üşümüştür” düşüncesiyle üstünü örtüyorsanız,

Sofradan iki lokma yiyip “Doydum ben yemiicem” nidalarıyla kalkınca, “Yok yok, daha açtır bu çocuk” diye elinizde yemekle peşinde dolanıyorsanız,

“Bugün neden kakasını yapmadı, yoksa kabız mı oldu?” diye tumturaklı düşünceler üretiyorsanız,

Arka arkaya iki kere hapşırsa “Eyvah, hastalanıyor galiba” diye endişeleniyorsanız,

İki öksürse “Boğazına mı bir şey kaçtı acaba” diyorsanız,

O endişeden kurtulunca “Eyvah! Bu sefer mi hasta oluyor yoksa?” diye tedirgin oluyorsanız,

Uğraşıp, uğraşıp kazağını çıkartamayınca “Bak bak görüyor musun, kendi kendine işini göremiyor bu çocuk” diye dizinizi dövüyorsanız,

Geceleri süt istediği her seferinde bunun doğru mu yanlış mı olduğunu sorguluyorsanız,

Kendini bir çizgi film karakteri yerine koyup, oymuş gibi sizinle konuştuğunda “Şimdi ne demeliyim, nasıl konuşmalıyım?” diye kafanızda olmadık cümleler kurmaya çalışıyorsanız,

Evde koşmacalı oyunlar oynarken “Oğlum düşeceksin, yavaş koş!” diye sürekli bağırıyorsanız,

Sinema ve tiyatrodan karanlık yüzünden korktuğunu anladığınızda evde benzer ortam hazırlamak için olanakları seferber ediyorsanız (ışığı kapa, dvdye çizgi film koy, tvnin sesini aç),

İşten iki gün geç gelip bücürü yıkayamadıysanız “Şimdi kokar mı ki bu çocuk?” endişesine kapılıyorsanız,

Üzülerek söylüyorum ki siz bir paranoyaksınız...


Kim? Beeenn? Aşkolsun, hiç öyle birine benziyor muyum!!!

Şarkının video klibini dilerseniz buradan bir tıkla izleyebilirsiniz...
 

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Bur'nu Zeytin


Geçen haftalarda bir fotoğraf yarışmasına katıldığımızdan bahsetmiştim. Biliyorsunuz, Deniz, Beste ve ben aynı yerde çalışıyoruz ve benim Bahçelievler’e taşınmamla artık yakın semtlerde oturuyoruz. Doğal olarak akşamları beraber gidiyoruz.

Yine eve doğru yol aldığımız bir akşam (Beste yoktu) Cevizlibağ civarında Zeytinburnu Belediyesi’ne ait reklamı gördük. Yarışmanın konusu Zeytinburnu semtlerinin fotoğraflanmasıydı.

Aramızda konuşmaya başladık. DenizAslında zeytini burun gibi göstersek ne güzel olur.” dedi.  Ben de “Birinin burnuna zeytin koysakta olur.” dedim. Aramızda şakalaşmayla başlayan bu konuşmayı gerçekleştirmeye karar verdik.

Yarışma şartlarını araştırdık, fotoğrafımızın kabul görmeyeceğini düşünmemize rağmen, çekip göndermeye karar verdik.

Çekimi yapacağımız sırada Deniz’in işi olduğu için, çekimi Beste’yle beraber yaptık ve jürinin onayına gönderdik. Göndermesine gönderdik ama hiç beklentimiz yoktu seçileceğine dair. İnternet sitesinde de hiç ipucu yoktu elemeye kalan yarışmacılarla ilgili.

Derken 14 Mayıs Cumartesi günü belediyeden arayıp, 20 Mayıs’ta yapılacak ödül törenine davet edildik. Hiç beklentimiz olmayan biz, ister istemez beklentiye girdik, heyecanlandık.

Ödül töreninin yapıldığı akşam ben çalışmak durumundaydım, Deniz ve Beste’nin başka planları vardı ve gidemedik. Doğal olarak sonucuda öğrenemedik. Takip eden Pazartesi belediyeyi aradım “Eğer kazandıysanız sizi ararlar.” dendi kapattım. Şu saat ve şu gün oldu arayan soran yok. Demek ki herhangi bir ödül söz konusu değil. Ama olsun... Bizim için çok keyifli ve eğlenceli bir çalışma oldu...

Buyrun fotoğrafımız... Siz nasıl buldunuz? :)


23 Mayıs 2011 Pazartesi

Amca

Önce "Amcama ne zaman gideceğiz?" dedi, gün kararlaştırdık.

Gitmeden önce "Amcamın adı Erdem di mi?" diye sordu, onayladık.

Sonra amcasını Erdem'liğe terfi ettirince neden sorduğunu anladık.

En sonunda "Erdeeemmm! Nereye gittin yineee? Yoksa benden kaçıyor musun? Dur, geliyorum yanına!" diye çemkirdi, bakakaldık...


"Sen bizi güldürdün, Allah'ta seni güldürsün, seni gidi afacan!" dedik.

Niyeyse, birbirimizi gururlu gözlerle süzdük.

***********

Med Cezir kişisel bloğumda devam ediyor.
Bölüm 3 ve Bölüm 4 yayınlandı.
Takip edenlerin bilgisine...

20 Mayıs 2011 Cuma

Toprak sarstı beni!


Çarşamba akşamı bir türlü ayarlayıp gidemediğim Toprak Bey’i görmeye gittim nihayet Hatice ile beraber. Ama bu gidiş benim için pek iyi olmadı. Neden derseniz, dostlar utanarak söylüyorum ben bir bebeğin ne kadar küçük olduğunu unutmuşum.


Kapıyı İrem’in eşi ve annesi açtı. Annesinin kucağında bir velet varki; yerinde durmuyor, hop hop zıplıyor, gülücükler saçıyor. Ben şaşkın şaşkın “Amanıınnn, 2 haftalık kuzuuu, sen nasıl bu kadar zamanda gülmeye başladın, yetmemiş bir de hop hop hareket halindesin, aman aman maşallah!” nidaları atıyorum. Millette haliyle şaşkın şaşkın bana bakıyor ne diyor bu kadın, delirdi herhalde diye.

Meğer o kimmiş? İrem’in küçük yeğeni Cem’miş. Bücür 8 aylık falan ya da biraz daha fazla... Toprak kuzusu içeride uyuyormuş.

Halimi siz düşünün artık, ben yorum yapmayayım...............

İç ses 1: Be hey kadın yuh diyorum sana! Tamam küçük bebek görmeyeli bayaa oldu da, neredeyse yürüyecek çocuğu nasıl Toprak sanırsın inanamıyorum sana!  Baharın seni bu kadar çarpmasına izin vermeeee! Silkelennnn, silkeleeennnn!

İç ses 2: Biraz iç sen! Hiç değilse sarhoşum dersin!!! (bahanenin bini bin para)

Hamiş: Neymiş, öyle her gördüğün çocuğa yeni doğmuş muamelesi yapmadan önce biraz sakinleşip, aklıselim düşünmek gerekmiş...

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Kısa kısa




Dün benim küçük adam sürpriz yapıp işyerine geldi. Babası aradı “Aşağıdayız, gel al Tibet’i.” dedi. Aylardır yalvarıyordu kuzum “anne ben de işyerine geleyim” diye. Ben de her seferinde havalar ısınsın öyle diyordum.


Gelir gelmez hemen bilgisayara saldırdı tabii. “Anne oyun aç, oynayayım!
Ortalık bilgisayar doluyken, yok olmaz denmiyor haliyle. Bilgisayar bahanesine (aslında utangaçlığından) kimseye yüz vermedi önce. Sonra ilk ilgisini çekmeyi başaran Deniz oldu. İşi biliyor kadın ;) Arkasından Selman Abi’si “Sana kız nasıl tavlanır, öğreteyim mi?” diye sordu, bizim ki “Tabii” demez mi? Ondan sonra Tibet’i tutabilene aşkolsun, herkesin masasında bir tur attı desem yeridir. En son adaşım Sibel’le koşturuyorlardı ajansta “Hadi ben kaçayım, sen beni yakala” nidalarıyla :)
Az şımarmadı :)

Sabah benimle işe gelmek istedi haliyle, benimle o kadar ilgilenen olsa ben de işe gitmek isterdim tabii :)


Bugün Türkan Saylan’ın ölümünün ikinci yılı... Saygı ve sevgiyle anıyorum kendisini.
Gelecekte onun hayallerindeki gibi olur ülkemiz umarım...


Ve yarın... 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.

19 Mayıs’a sahip çıkacak gençlerin yetiştiğini ümit etmek istiyorum.
Daha nice 19 Mayıs’ları coşkuyla kutlamak istiyorum...

­Ve...

Önümüzdeki Salı yaşgünü hediyemi yaptırıyorum. Umarım yaşgünüme kadar sizinle paylaşabileceğim duruma gelir :)

Herkese keyifli, huzurlu bir tatil diliyorum.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Tibet ve annesinden...

Bunlar Tibet’ten...

Sabah onu uyandırmadan işe gittiğiniz için “O zaman akşamda gelmesin!” diyorsa



İlk defa uyuşan ayağını kendi dilinde izah etmeye çalışıyorsa
“Anne, çabuk çabuk, ayağım tuzlandı, çabuk çabuk, çorabımı çıkar dökülsün!”



Artık bir klasik hale gelen Çilek Mağazası ziyaretinde yine üstüne dikkatleri çekmeyi başarıyorsa “İşte yatak bu beee! Şuna bak! Süper, süper, süper!!!


Ana oğul gezmesinden sonra keyif aldığını ifade edecek kadar büyüdüğünü hissettiriyorsa Annecim ne kadar güzel vakit geçirdik di mi? Çok mutluyum!

Hem çok şanslısınız hem de işiniz var demektir :)


Bunlar da Tibet'in annesinden...

Ben Cuma günü diyecektim ki; ­kendisinin yarım kadar ince olması sinirlerime dokunuyor olsa da, kardeş dediğin böyle olur :)

Canım benim, iyi ki varsın, nice mutlu, sağlıklı yılların olsun... çok seviyorum seni...

Ve bugün için diyeceklerim oldu hafta sonu.
Anne Sözü yarışması sonuçlandı, kazananı merak ediyorsanız böyle buyrun.

Ve

Elenmişizdir herhalde diye belirsizlikler içinde yüzerken, katıldığımız fotoğraf yarışmasının ödül törenine davet edildik. İlk üçe girmemişizdir büyük ihtimal ama ödül ihtimali bile heyecanlandırdı :) hadi hayırlısı... Sonuç açıklanır açıklanmaz fotoğrafı sizlerle de paylaşacağım, fikirlerinizi çok merak ediyorum.

Ve

Kendime bir yaşgünü hediyesi verecektim ama... Zaman olarak biraz sekteye uğradı gibi... Yine de vazgeçmedim, heyecanlıyım çok ;)

İyi haftalar olsun hepinize...

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Eğer...


Eğer oğlunuz;

Siz hasta olduğunuzda, size sıkı sıkı sarılıp “Annecim lütfen hasta olma. Hasta olmanı istemiyorum, çünkü sen çok iyi bir insansın.” diyorsa,

 Bulaşık makinesini boşaltmada size yardım ediyorsa,

Pek bi pozcuysa,

Vicdan yapıyorsa;
“Ama sen yanımda yatmayınca, ben çok üzülüyorum!”

Bir kadının kalbini nasıl kazanacağını biliyorsa;
“Hiiii, annecim ne kadar güzel olmuşsun, aynı prensesler gibisinnn!”

İstekleri için pazarlık yapıyorsa;
“Sen beni yıkadıktan sonra biigiyasar oynatıcan bana di mi anne?”

Annesiyle yaşadığı özgürlüğün dibine vurup, eve kar yağdırıyorsa,

Babanın ve annenin postmodern resimlerini çiziyorsa,

Hatırlayamadıklarını senin ağzından almaya çalışıyorsa;
“Hani turuncu bi eve gitmiştik ya anne” “Gülcan teyzenlere mi?” “Evet evet, hani orda bi erkek çocukla oynamıştım ya ben” “Egemen’i mi diyorsun?” “Hah, evet Egemen!!!”

Oyuncağının yenisi geldiğinde eskisini ne yaptığını itiraf ediyorsa;
“Anne ben bu Ben10 saatini bir daha çöpe atmiicam, çok iyi bakıcam buna”
“Hani eskisini kaybetmiştin?” (bizimle evin altını üstünü aramıştı bir de uyanık!)

Arabalı yatağı unutturmamak için hiç lafı açılmamışken “arabalı yatak, arabalı yatak” diyerek elini kolunu sallayarak, muzip muzip gülümseyerek ortalıkta dolanıyorsa,

Evi bowling alanına çevirmişse, bütün toplar bowling topu olmuşsa,

Günde üç posta, (asıl amacının oynamak olduğunu bildiğin halde) un, süt, su, tuz ve kabartma tozunu karıştırıp, sonra sana pişirtiyorsa...

Hem çok şanslısınız, hem de işiniz var demektir :D

5 Mayıs 2011 Perşembe

Anne Sözü

Anne Sözü’nün Anneler Günü Yarışması’nda son saniyeler.
Valla bu sefer hediyeler süper!
Kendini şımartmayı sevenler için birebir ;)


Demedi demeyin, bize bir “Anne Sözü” verin :)

22 Ağustos

Dün yayınladığım yazı sonrasında çok kişi 22 Ağustos'ta neler olacağını sordu.


Aşağıda bahsedilen yürürlülük neticesinde tahmini 66.000 site yasaklı konuma gelecekmiş. Bu durumda biz blogların ve sosyal paylaşım ağlarının da kurunun yanında yaş misali güme gideceği tahmin ediliyor.




Milliyet'in haberinden kısa alıntılarla durum budur.
Haberin tamamı için burayı ziyaret ediniz.




İnternetin ölüm tarihi: 22 Ağustos 2011

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu'nca (BTK) hazırlanan "İnternetin Güvenli Kullanımına İlişkin Usul ve Esaslar" 22 Ağustos 2011 tarihinde yürürlüğe girecek. Bu uygulamayla kullanıcılar BTK'nın belirlediği 4 internet filtresinden birini seçmek zorunda bırakılacak. Filtreyi aşmak suç sayılacak. Filtre kıstasları ise tamamen BTK'nın keyfine göre belirlenecek. Bu uygulama dünyada Çin, Küba, İran gibi internetin "tutuklu" olduğu ülkelerde kullanılıyor.


........
22 Ağustos'ta devreye girecek sistemde internete devlet daha doğrusu "BTK" tarafından belirlenen 4 filtre tipinden birini seçerek girebileceğiz. Filtreyi aşmak ya da aşmaya çalışmak suç sayılacak. Ayrıcainternet servis sağlayıcıları filtrelerin aşılmasını engellemekle sorumlu tutuluyor, aksi halde onlara da ağır para cezaları öngörülüyor.
"Ben giriyorum, siz de girin"den "Ben de giremiyorum artık"a...

Düzenlemeye göre 4 tip filtre yer alacak. Aile, çocuk, yurtiçi ve standart paket. Her internet abonesi bunlardan birini seçmek zorunda kalacak. Bu filtre tipini internet kafelerde uygulanan "Websense" filtresine benzetebiliriz. Yani sadece internet kafenin belirleyebildiği sitelere girebileceksiniz. Bu tür filtre sistemleriyle içeriğinde sorun olmasa bile birçok sitenin filtreye takıldığı kullanıcılar tarafından biliniyor.

......
Bu tür filtreler şu anda da var

Bu tür filtre sistemleri işletim sistemleri, internet servis sağlayıcılar ya da internetten bulunabilecek programlar sayesinde isteyen kullanıcılar tarafından zaten istenildiği zaman kullanılabiliyor. Yani zaten kullanıcı böyle bir opsiyona sahip. Ancak BTK'nın uygulamasıyla bu durum bir opsiyon olmaktan çıkıp zorunluluk haline geliyor.
........


Dün BTK Başkanı Tayfun Acarer çıkan haberler üzerine şöyle bir açıklama yapmış.
Doğru olduğunu umalım...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Başlangıç

Sanırım Tibet 4 aylık falandı. Yok yok, 3 aylıktı; Adapazarı’nda teyzemlere gitmiştik. Bir gece uyuyamadım ve şu şiir peydah oldu kafamda. Her zaman başıma böyle bir şey gelmediği için, hemen bir yere not aldım. Sonra biraz düzelttim falan, son halini aldı. Elimde heba olmasını istemedim. Fotokritikteki profilime koydum. Sonrasında unuttum :)

4 aylık iznim bitip, işe döndüğüm zaman, elime interneti de geçirmenin verdiği lüksle (malum evde çocuktan pek ilgilenemiyordum) çocuk bakımıyla ilgili sürüsüyle bilgiyi incelemeye aldım. Bunu yaparken tam olarak ne olduğunu anlayamadığım sitelere rastlıyordum. Kişiye özel oldukları belliydi ama bir farklılık vardı diğer sitelerden ayrıştıran onları. Yazılar daha samimiydi mesela. Kimisi daha profesyonel bilgilere yer vermişti, kimisi tecrübe ettiklerinden yola çıkmıştı. Yazılara yorumlar falan yapılmıştı. Hoştu yani.

Araştırmacı kişiliğimi devreye sokarak, bu siteleri isteyen herkesin kurabildiğini ve buna da blogspot dendiğini öğrendim (bakın dikkatinizi çekerim, wordpressin varlığından hala bihaberim). Ve dedim ki; niye ben yapmayayım. Hem zaten hep istediğim de birşeydi Tibet için bir site açmak. İşyerinde taslak bir sayfa bile hazırlamıştım bir gün site kurarsam diye :)


Netice olarak, deneme yanılma yöntemini devreye sokarak, olmazsa da olmaz kardeşim diyerek kıskançlıkla dolu ilk yazımı yazdım :P Bir kaç yazıdan sonra da tabi ki şiirimi yayınladım, ilham perisi sayesinde bir şiirim olmuş, bırakır mıyım hiç fotokritik ellerinde :)

Tüm bunları gerçekleştirirken, izleyici olayından bi’haberdim. Derken bir baktım yanda bir foto belirmiş. Fotoğrafta Dijle'nin ismi var :) Ne kadar sevindim tanımadığım birinin beni izlemeye aldığını anlayınca (Yaaa, kısacası Dijlem ilk izleyicimdir bu blog camiasında). Zamanla çoğalmaya başladı izleyicilerim, tabi benim de takip ettiklerim... Gittikçe blogspotu daha çok anlar oldum. Yazılarıma yorumlar geldikçe hevesim arttı, arttıkça yazdım. Özellikle işyerindeki arkadaşlarımdan çok destek aldım, beni çok teşvik ettiler sağolsunlar. Dönem dönem yazma konusunda sıkıntıya düşsem bile, yazmamayı hiç düşünmedim. Sanırım bu gidişle de düşünmeyeceğim.

Blog sayesinde çok güzel arkadaşlarım oldu. O kadar çok sevdiğim insan var ki burada, bırakıp gitmeyi düşünemem sanırım.

Umarım yasaklar ileride oğlumun bu bloğu okuyamamasına sebep olmaz (ki 22 Ağustos’tan sonra artık blog dünyası diye birşey kalacak mı pek emin değilim!). Burada yazmamın en büyük amacıdır ona hatıra bırakmak. İleride olurda anlatamazsam, ona burası anlatsın isterim onu ne kadar sevdiğimi...

Şimdi Baba’dan gelen bu mimi paslıyorum; Yıldızım, Denizim, Syrakusa, Nazpek ve tabi ki Dijleeee :) Sıra sizde, anlatın bakalım sizin blog hikayenizi, tabi eğer mimlenmediyseniz ve cevaplamak isterseniz :)


Fotoğraf internetten alıntıdır.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Hepsi bir arada


Bu sabah;
Sabahtan beri bloğa bir şeyler karalamaya çalışıyorum ama işler fırsat vermedi. Bazen özellikle canımın sıkkın olduğu zamanlarda çalışmak iyi geliyor bana. Takıp kulaklıkları kulağıma, gözüm aklım işte, kopuyorum dünyadan. Her zaman söylediğim gibi, şarkılarla yaşamayı seviyorum. Çalışırken bile hayal kurabiliyorum. Çok mu hayalperestim acaba? Sanırım hayatımda varolmasalar bile ben kurduğum hayallerin gerçekleşme ihtimalini seviyorum :)

Neyse, konumuz bu değildi aslında.

Bu hafta sonu;
Bu hafta sonu babamızı arkadaşlarıyla gezmeye gönderdik, biz ana oğul kendimizi bowlinge verdik. Son gözdemiz bowling ya, evde bir arabalı yatak konuları bir de kurmaca bowling oyunları eksik olmuyor. Yatağı için azimle para topluyor, bowling için hafta sonunu iple çekiyor.

Bu hafta sonu evden çıkarken, geçen sene doğumuna gitmeyi planlayıp, başaramadığım, sonrasında bir türlü vakit ayırıp evinde de ziyarete gidemediğim komşum Gülcan geldi aklıma. Bir arayayım, gelebilirlerse hem biz hem çocuklar kaynaşmış olur, ne de güzel olur dedim aradım. Temizlik falan dediyse de başta, sonrasında ikna oldu ve iki dakikada, iki çocukla hazırlandı. Kalktık gittik bowlinge. Meğer Egemen’de pek bir severmiş bowlingi. İlk parti iyi gittiyse de ikinci partide Tibet’in su koyvermesiyle biz oyun katına yol aldık. Sonrasında beraber yemek yedik ve ardından kahve içtik. Bücürler iyi anlaştılar, sevindik. Güzel sohbetler ettik ve bir daha tekrarlamak üzere vedalaştık.


Pazar günü dedesini özlemiş, kalktık oraya gittik. Bir bahaneyle ananeyi de almış olduk. Sakin bir gün oldu, iş öncesi de çok iyi oldu.

Tavsiye;
Ben moda bloğu değilim ama şu cüzdan/çantayı övmezsem üzülürüm. İyi ki almışım. Artık yemeğe çıkarken ya da Tibet’in çantası varken yanıma birde çanta alma derdinden kurtuldum, çok pratik. Cüzdandan hallice ama ihtiyacım olan her şeyi alabilecek büyüklükte. Markasının ne olduğunu hiç hatırlamıyorum, üzerinde de hiç logo yok?


Tavsiye ederim, rastlarsanız bir yerlerde büyük rahatlık.

Duyuru;
Annesözümüzde yeni bir yarışmamız var. Kendinize özel bir “Anne Sözü”nüz varsa, anneler gününe kadar yazın, sözünüz seçilirse sizi şımartacak güzel bir hediye kazanın.


Benim Tibet’e son günlerdeki anne sözüm “Arabalı yatakta yatmak isteyenin, kumbarası dolu olmalı!” :))))))))

Ayrıca;
Arabalı yatak alındığında nevresim takımı benden, sakın başkasına söz verme!” ve “Ben de onun bir teyzesiyim, Tibet cüzdanımdan destek almazsa, bozulurum!” diye arayan iki deli! Siz bilirsiniz kendinizi. Seviyorum sizi!!! :)))


ve son;
Bloğumun yeni yüzünü nasıl buldunuz?