30 Kasım 2011 Çarşamba

S-E-V-M-İ-Y-O-R-R-R-R!!!!

Saat gecenin üçü falan olmalı... ya da ben öyle sanıyorum... bilmiyorum ki... zaten ne farkeder ki? bu kaçıncı akşam... ikinci olmalı... bana daha fazlaymış gibi geliyor... işlerin yoğunluğu... üstüne uykusuz birkaç gece... önceden de olmuştu... geçmişti... bu daha farklı bir versiyonu... bu da geçer mi?... geçer...


Kabul et işte! Çocuk uyumayı S-E-V-M-İ-Y-O-R-R-R-R!!!!

- Anneeee!!!
- Efendim oğlum...
- .......
- Bir şey mi istiyorsun canım? Süt getireyim mi?
- Hayıırrrrrr!
- Yanına yatayım mı?
- Hayıırrrrrr!
- O zaman yatağıma gideyim!
- Hayıırrrrrr!
- Ayak ucuna uzanayım!
- Olmaaaazzz! Ayaklarım sana değiyor!
- E ne yapayım peki oğlum niye çağırdın ki beni!
- Dur orda!
- Tibet! Gecenin bi vakti saçmalama istersen! Ayakta bu uykuyla nasıl durayım? Üstelik üşüyorum!
- Bana neee! Dur orda!
- Beni sinirlendirme Tibet! Geç yana da yanına yatayım! Hadi, çabuk!!!
- Söylenme anne bana! Söylenmeee!!!
- !!!!!

28 Kasım 2011 Pazartesi

Biraz ben, çokça Tibet!

Geçtiğimiz Cuma bir haller vardı bende. Sanırsınız enerjimi emen bir yaratık varmışta, tüketmiş beni. O kadar keyifsiz, o kadar halsiz, o kadar bitmiş bir haldeydim ki, Cumartesi Bedardem’in yaşgünü ilaç gibi geldi.


Meğer ne çok istemişim kendime zaman ayırmayı. Önce Bahar’la beraber bir fotoğraf günü, arkasından da Burcu’nun yaşgününde felekten bir gece. Bir güldüm bir güldüm yetmedi bir de içtim kiiii! :)

Bu sayede Elif’i de 2 seneden sonra tekrar görmüş oldum, pek bi mes’udum :)

Pamuğuma gelince. Annesinin değişken ruh hallerinden nasibini alıyor olsa da O bana inat tam  bir sevgi kuşu. Evdeki herkese sarılıp sarılıp, sevgisini dile getiriyor. Ananesi bırakıp bir yere gitse, üzülüyor. Ananesine gideceği zaman “Ben ananeme gidiyorum ama çok çabuk döneceğim, üzülme sen! Tamam mı?” diyerek babanesinin gönlünü alıyor. Babanesi onun oyun arkadaşı oldu çıktı. O varsa oynayacak oyuncuların arasında kesinlikle babanesini de istiyor. “Oğlum yoruldu, biraz dinlensin.” desen de nafile! “Babanemsiz olmazzz!” nidalarıyla kadını her oyununa dahil ediyor. Ha! Belirtmeden geçmeyeyim, oyun dediğim de kart oyunları. Korkmaya başladım büyüyünce kumarbaz mı olacak nedir? Sondan bir önceki oyuncakçı ziyaretimiz sonunda bir kutu poker pulumuz oldu. Evde de babasının iskambil kartlarına dadandı. Hatta aramızda şöyle bir diyalog bile yaşandı:
- Anne, babamın kağıtlarıyla oynayalım mı?
- Olmaz tatlım, baban gelsin, izin ister, oynarız.
- Anne, o zaman ben masusçuktan büyümüş olayım, sen benden izin iste, ben de vereyim, sonra beraber kağıt oynayalım. Ne dersin?


 

Bunlar yetmez gibi beyefendi sürekli oyuncak istiyor. Her akşam eve girdiğimde kapıya koşup “Bana oyuncak aldın mı?” diye soruyor. Sanırsınız ev ağzına kadar oyuncak dolu değil! En sonunda ben de kendisine oynamadığı oyuncakları ayıklarsa ve onları oyuncakları olmayan çocuklara göndermeme izin verirse eğer, yeni oyuncak alacağımı söyledim. Anında sildi süpürdü ortalığı! Kendisinden bu hızı ve bu fedakarlığı beklemiyordum ne yalan söyleyeyim! Şaşırttı beni :)


Böylece son oyuncakçı ziyaretimizden satranç takımıyla döndük. Benim de “Acaba büyüyünce kumarbaz mı olacak bu çocuk!” korkularım biraz hafiflemiş oldu. Satranç’ı şimdilik kurallarıyla oynamadığı kesin ama olsun, bakarsın zamanla bir satranç ustası olur çıkar! :)

21 Kasım 2011 Pazartesi

Terapi

Tibet’in en sevdiği çizgi filmlerden biri olan “Arabalar”ın ilk filminde, şarkılarından biri türkçeye de çevrilmiş. Bir yerinde diyor ki;

.....Zamanla her şey değişiverdi.
Kimse bu değişimi farketmedi.
Daralan bu dünyayı hiç kimse göremedi.
Buralarda, artık her şey bitti.....
 
Bizler için de aynı şey geçerli. O kadar kaptırıyoruz ki kendimizi rutinimize, kendimizde nelerin değiştiğini göremiyoruz. Ne kadar eksildiğimizin, yorulduğumuzun, negatif yüklendiğimizin... Bittiğimizin.... Eksikliklerimizi de çevreye yüklediğimizin; eşimize, çocuğumuza, kardeşimize, arkadaşımıza...


Nihayet kendim için gün ayırabildim. Geçtiğimiz Perşembe, Bahar’la birlikte İstanbul’un bir kısmı kazan, biz kepçe dolaştık. O kadar çok yürüdük, o kadar çok güldük, o kadar çok fotoğraf çektik ki... Bundan ala terapi düşünemiyorum...

Bunu bir daha ve bir daha yapmalıyım(z)!


Bu kaçıncısı bilmiyorum ama Bahar’ım, ogünümün ortağı olduğun için, yüzümü güldürdüğün, günümü, günlerimi renklendirdiğin için; çok ama çoookkk teşekkür ederim!

Ayrıca Sinem'e de bu güzel röportaj için teşekkür ediyorum, çoook ama çoook!!!

15 Kasım 2011 Salı

Güneşi getir bana...


Tibet’le uyku seremonimiz artık bir klasik haline geldi. Sevgili oğlum gün geçtikçe yeni taktikler geliştiriyor bu konuda. Son numaramız sabah erken saatlerde uyanmak.
E, ne yapsın? Baktıki anne her koşul ve şartta saat 21.30da kendisini yatağa götürüyor, taktiklerini sabah saatlerine taşımaya karar verdi.

Geçen hafta biraz hapşırık, biraz burun akıntısı ve ara ara öksürük vardı üzerinde. Geçen seneden canımız bu konuda yanmış olduğundan bu sene ister istemez tedirgin olduk. Özellikle öksürük bizi tedirgin etti. Tam “Oh be! Atlatıyoruz galiba!” dediğimiz gece, inleyerek geçti uykusuna. Babası ve ben gece ikiye kadar “Ne olur yinelemesin.” duaları eşliğinde nöbetleşe başında bekledik. Saat iki civarı inlemeler bitti ama biz de bittik doğal olarak. Ben anında uykuya geçmişim zaten.

Sabahın sanırım 5i olmak üzereydi ki; bizim bücür “Anneee” diyerek seslendi bana. Yanına gittim. Terini alsın diye göğsüne koyduğum havluyu uzatıp “Çıkarttımmm” dedi ve güldü. “Eyvah!” dedim, “Yakaladın beni!”

“Anne yanıma yat” dedi, uzandım yatağına. Bir şekilde uyuyamadı, döndü durdu sağa sola. Sonra “Anne, ne yapsam olmuyor, uyuyamıyorum. Lütfen çizgi film seyredebilir miyiz?” diye sordu. Gece yaşadığımız tedirginliğin ardından hiç hayır diyesim gelmedi.

Ben çizgi filmi açarken, hava da aydınlanmaya başlamıştı. “Anne bak, güneş geliyor, hava aydınlanıyor.” dedi. Gülüştük ve aynı günün akşam 16sına kadar bir daha uyumadı. Tabi ki ben de...

Ve gece yine yatma vakti geldi. Şaşmış uyku saatleri yüzünden biraz daha geç...

Odasına geçtik. “Anne, bak şimdi ben bir sürü çizgi film hazırlayacağım. Önce Şirinleri seyrederizzzz, sonra Caillou seyrederizzzz, sonra Şimşek McQuin seyrederizzzz. Daha bir sürü çizgi film seyrederiz. Sonra sen sabahı getirirsin yine dünkü gibi! dedi.

Kalakaldım. Bir an ne desem bilemedim.
“Ama tatlım, sabahı ben getirmedim ki. Dün gece sen de söyledin ya, güneş geldi, sabah oldu!”
“Hayır anne, sen getirdin ya! Hani sen çizgi film koyuyordun ya, o zaman sabahı getirdin ya işte!”

Oturdum yanına, anlattım. Daha doğrusu ikna etmeye çalıştım. İkna olmuş göründü görünmesine ama sonunda kurduğu cümleyle ikna olmadığını, aslında beni idare ettiğini de ortaya koymuş oldu: “Peki anne, ama sen uyuma yine de, hava aydınlanırken beni uyandırırsın!”

Şimdi velet her sabahın 5i civarı uyanıp, beni yanına çağırıp, havanın aydınlanmasını bekliyor! İş günlerinde o saatten sonra da benim için uyumak neredeyse artık imkansızlaşıyor.

 

“Amaaannn!” diyorum bende.
Varsın uyansın, uyandırsın. Yeter ki iyi olsun. Bu istekleri de gün olur biter. Hem zaten yarın öbür gün sabahını başkasının aydınlatmasını isteyecek. Şimdi benden istiyor olmasının tadını çıkarmak lazım, di mi ama? ;)

Üstteki fotoğraf bana ait...

10 Kasım 2011 Perşembe

Kısa kısa

Bu bayram öncelikli konumuz “Kim kimin karnından çıkmış?” mevzusuydu.
Herkese sordu “Sen kimin karnından çıktın?” diye.


En sonunda bana “Anne, senin karnından başka çocuk çıkacak mı?” dedi.
Çıkmayacağını söyledim. “Hayırdır, yoksa kardeş mi istiyorsun?” diye sordum.
“Evet anne, kardeş istiyorum ama Ben10 olsun, yoksa istemem!” dedi...
Gülmekten konuşabildiğim aralarda bunun istekle olmayacağını anlatmaya çalıştım ama ikna oldu mu bilemiyorum :D


Hala bayram ve bayrak konusu kafasında karışık. Elimden geldiğince her seferinde anlatmaya çalışıyorum. Yine de kafasındaki “Bayrak bayramı” kavramını yıkabilmiş değilim...

 

Ama Atatürk konusunda kafasında şüpheye yer bırakmamışım, kendimle gurur duydum. Gördüğü bir Atatürk posterini görünce attığı nida şudur: “Anneee bak, Atatüüürk! O bizi düşmanlardan kurtardı biliyo musunnn?”


Ve bugüne kadar aldığım en güzel bayram hediyesi:
“Annecim, iyi ki büyümüşsün de, benim annem olmuşsun! Çok seviyorum seni!!!”

1 Kasım 2011 Salı

İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız!!!

Prensim büyüyor.
Ve büyüdüğünün o da farkında...
Ama...
Henüz boyutlarının farkında değil! :)



- Anne babam kocaman di mi? O kadar kocaman ki beni kucağında taşıyabilir.
- Evet oğlum, baban seni kucağında taşıyabilecek kadar büyük.
- Ama sen büyük değilsin, beni kucağında taşıyamıyorsun!
- Evet tatlım, ben seni taşırken çok zorlanıyorum.
- Farkındayım anne. Sen babamdan daha küçüksün, senle ben zaten aynı boydayız, nasıl taşıyacaksın ki beni!!!