25 Nisan 2012 Çarşamba

Bir resmin hikayesi



Güzel, çok güzel, güneşli bir günmüş.
Deniz pırıl pırıl ve dinginmiş.
İnsanın bakmaya doyamayacağı kadar ışıl ışıl parlıyormuş deniz.
Güneş insanları ısıtıyormuş.

Yavaş yavaş bulutlar gelmiş.
Önce çok güzel, tertemizlermiş bulutlar ama gittikçe koyulaşmış renkleri ve şimşekler atmaya başlamışlar.
Deniz dalgalanmış, hava kararmış.
Her bulut ayrı ayrı şimşek atıyormuş.
Hatta bir tanesi güneşe atmış şimşeğini ve güneş denize düşmüş...

Soldaki kırmızılık mı?


O bu hikayeyi resmeden eller tarafından, bakıp bakıp mutlu olsun diye, annesine özel çizildi. Hikaye ile alakası yok yani ;)

9 Nisan 2012 Pazartesi

Bu daha bir İLK!


Tibet’i sanırım iki sene önce ilk kez tiyatroya götürmüştüm. Burcu ve Irmak’la buluşmuş, Profilo’da ki bir çocuk tiyatrosuna gitmiştik. İçeriye girmiş, oturmuş, oyunun başlamasına iki dakika kala apar topar çıkmıştık. Sebebi ise; Tibet’e oyun sırasında “ışıkların kapatılacağını” söyleme gafletinde bulunmamdı!
Amanın sen misin söyleyen! Yıktı ortalığı “Ben karanlıkta oturmam, bana ne seyretmem!” diye... Ondan sonra sahnenin ışığının etrafı fazlasıyla aydınlattığını söylememin hiç bir anlamı olmadı tahmin edersiniz ki...

Uzun zamandır kendisiyle sinema, tiyatro muhabbeti yapıyoruz. Gidip, gitmeme konusunu didikliyoruz ama hep lafta tabii. En son tiyatroya gidebileceğine karar vermişti ama iş gitmeye geldi mi binbir çeşit bahane üretiyordu beyefendi.

Geçen hafta Deniz’in eşi dilersek “Çocuklar için öylesine bir dinleti” gösterisine bilet ayarlayabileceğini söyledi. “Çok seviniriz.” dedim ama bir yandan da Tibet’in bu haberi benim gibi sevinçle karşılamayacağını düşünüyordum.

İlk söylediğimde hemen “Hayır”ı yapıştırdı tabii. Sonra sonra itiraz etmemeye başladı.
ve beklenen gün geldi çattı! Deniz’le ve Yaz’la buluşuldu, biraz erken mekana varıldı. Maksat önden ufaklıklara yemek yedirmekti ama benim açımdan biraz havaya girmesiydi bir yandan da...



Ünseli ve Ünsu’da aramıza katıldı ve salondan içeriye girdik. Daha doğrusu Tibet Deniz’le birlikte girdi. Deniz’in ellerinde kendini daha güvende hissetti sanırım. Bir yandan itiraz, bir yandan merak... Bir durmayacağım gideceğim, bir ilgiyle etrafı izleme...
karıştı birbirine...



İlk başlarda gitme, gitmeme kararsızlığı yerini ilgiyle seyretmeye bıraktı. Sonlara doğru gitme dürtüsü tekrar ayyuka çıktıysa da, oyunda kar yağacağı beklentisi onu sonuna kadar tuttu... Hatta oyunun sonunda oyuncularla fotoğraf bile çektirdi ve böylece hayatımızda bir ilk daha gerçekleşmiş oldu.



Bu yüzden Murat’a ve Deniz’e çok ama çok teşekkür ediyorum.
Murat, bizi de düşünüp bilet ayırdığın için...
Denizim, oğluma verdiğin güven için...
Sayenizde bu çok önemli ilki yaşadığımız için...

Bundan sonrası ne olur bilinmez.
Bücürcan sorulduğu zaman gel-git’li cevaplar veriyor çünkü.
Bir “Asla bir daha tiyatroya gitmem!” diyor, bir “Çok güzeldi baba, ben seni tiyatroya götürürüm!” diyor, bir “Annecim, tiyatroda çok eğlendim, başka tiyatroya gitmem, yine aynısına gidelim.” diyor...

Hazır başlamışken bir deneme de sinema mı yapsak diyorum ama...
Artık... Kısmet! :)

2 Nisan 2012 Pazartesi

İlk defa...


Tibet’i bıraksanız bilgisayarın başından kalkmayacak bir çocuk. İnanın abartmıyorum. Sesimi çıkarmasam Ben10, Generator Rex, SüperCan, Bakugan gibi bilumum abuk sabuk çizgi filmlerle ve bunların bilgisayar oyunlarıyla gününü geçirebilir. Karasinekten korkan bir çocuğun, içinde olmadık canavarları barındıran bu çizgi filmleri bu derece sevmesi ilginç bir durum...

Tibet’in bu hali ister istemez beni rahatsız ediyor. Bu yüzden artık bilgisayarda bu oyunları oynaması, tvde ve bilgisayarda bunların çizgi filmlerini izlemesi ve hatta ve hatta bunlarla ilgili oyun kurması da yasak!

“Oyun kursa ne olur canım, sen de abartmışın!” diyenleriniz olabilir. Mevzu şu ki; sürekli bunlardan bahsediyor, hem de hiç durmadan. Rüyalarına giriyor. Bu rüyaların bir kısmı korkutucu oluyor, bir kısmı da gördüğü için meleklerine teşekkür edip, tekrar görmek için yalvaracak kadar güzel...

Geçenlerde yine SüperCan’la ilgili hikayelerini anlatırken gayri ihtiyari “SüperCan’dan başka bir şey düşünmüyorsun değil mi? Tek derdin o!” deyiverdim... O kadar otomatik döküldü ki ağzımdan...

Peki o nasıl cevap verdi dersiniz? “Yooo, sadece SüperCan düşünmüyorum. Ben10’de düşünüyorummmmm, Bakugan’da düşünüyorummmm, Generator Rex’de düşünüyorummmmm!”

Gülsem mi ağlasam mı bilemedim...


Geçtiğimiz Cuma günü göz kontrolüne gittik. İş damlaya gelinceye kadar her şey yolundaydı. Önceden konuşup, anlaşmış olmamıza rağmen gözüne damla damlatmak kısmı tam bir savaşa döndü. Tüm film koptu. Hastaneyi ayağa kaldırdı. Zaptedemedik...

Bu savaş sırasında önce kafasını geçirdi bir yerlere, sonra biz kafasını sabit tutmaya çalışırken yanağını zedeledik... :(

Hastaneden çıkabildiğimizde çekirdek aile olarak bitmiş durumdaydık...
Moraller sıfır... Kimseden çıt çıkmayan...

Böyle olaylar beni çok etkiliyor.
Sebebinin taa doğuma uzandığını biliyorum...

Sırf gözüne damlatılacak kıytırık bir damla uğruna, oğlumun bu hallere düşmesi belki de ondan çok benim canımı yakıyor. Sağlığı uğruna onu zorlamak... fazla ironik...

İş yerinde, gün içinde aklıma geldikçe ağladım...

Hal böyle olunca, ertesi gün, yani Cumartesi günü yanıma gelip “Anne, ben Generator Rex oynayabilir miyim?” diye sorunca “Hayır!” demem nasıl mümkün olabilirdi ki?


Zaten, iyi ki hayır dememişim. Böylece beraber geçen hayatımızda bir ilk yaşandı. O kendi kendine oyun oynadı ve ben de kitap okudum...

Aramızda kalsın... Aslında kitabı okumadım, onu seyrettim...

Bir gün önce yaşanan sıkıntıdan sonra, onun eğlendiğini, güldüğünü görmeye ne kadar çok ihtiyacım varmış meğer... Seyretmeye doyamadım... Çok iyi geldi bana... Çok iyi geldi...


Not: Bir de üstüne Pazar günü öyle güzel misafirler ağırladım ki... Tatlının da tatlısı oldu...
Teşekkür ederim kızlar, iyi ki varsınız...